Tekrar okuma ihtiyacı hissettim... 11 Şubat 2017’de, Polis Akademisi’nin düzenlediği çalıştayın raporundan bahsediyorum... Raporun adı: “Yeni Nesil Terör: FETÖ’nün Analizi... Organize ve Mali Suç Örgütü Olarak Fetullahçı Terör Örgütü Çalıştay Raporu.”

Yeniden okuyunca... İki tespit dikkatimi çekti...

İlk tespit: “Ergenekon, Balyoz dava süreçlerinde (2008) vesayet ile yüzleşme ve hesaplaşma fırsatı yine Gladio’nun ürünü olan FETÖ’nün manipülasyonu altında kaçırıldı. (Sayfa 27)”

İkinci tespit: “Bürokrasi FETÖ’den boşalan yerlere göz diken ve devlet içerisinde örgütlenme gayretinde olan başka gruplara da kesinlikle göz yumulmamalıdır. FETÖ ile mücadelenin dinsel değil siyasi bir mücadele olduğu vurgulanarak, kamuoyu aydınlatılmalıdır... (Sayfa 58)”

Ergün Yıldırım.


Neden yeniden okuma ihtiyacı hissettim? Çünkü...

20 Aralık’ta, Yenişafak Gazetesi’nde köşesi olan akademisyen Ergün Yıldırım’ın “Tarihselci-tefsirci ve biyolog profesörlerin trolcülüğü” başlıklı yazısı ile Emniyet raporunun ‘Ergenekon/Balyoz’ vurgusu örtüşüyordu.

Nasıl mı?

Hakan Fidan’ı kim hedef aldı?

Ergün Yıldırım’ın yazısındaki şu cümlelerin altını çizelim:

“Hiçbir zaman Gülenciliği Kemalistler gibi okumadım. Benim için Gülencilik, 2013 yılına kadar cemaattir ve bu tarihten sonra Paralel Yapı olduğunu gösteren tutumlar içine girmiştir. Bunu her zaman yazdım. Hatta iktidara da ‘sizin kendi politikanız olsun bu konuda’ diye ikazlarda bulundum. Neden 2013 yılı? Çünkü bu tarihe kadar kamuya yansıyan somut bir suç ile karşılaşmıyoruz...”

Yani...

Varsa yoksa ‘Ah şu Kemalistler’... Ergün Yıldırım burada sembol! Onun şahsında AKP içinde bazı kanatlar ve liberaller şu duyguda: “... Aslında, ‘vesayet’ yok ediliyordu... Aslında Fetullah Gülen Cemaati iyi işler yapıyordu... Ergenekon, Balyoz, Şike, OdaTv, Askeri Casusluk, Kozmik Oda soruşturmaları kumpas değildi. Ama sulandırdılar. Herkesi hedefe koydular! 17-25 Aralık olmasaydı sorun yoktu...”

Ruh hali bu! Ergün Yıldırım’ı bu kadar ‘rahat’ konuşmaya iten de iktidarın yarattığı iklim! ‘Yerli ve milli muhalefet’ isteyen iktidar cenahının Fetullahçı Gladio ile hesaplaşamamasının altında yatan ideolojik ekseni en iyi anlatan sembol de akademisyen Ergün Yıldırım! Ve ellerindeki en iyi argüman da “2013 öncesine kadar herkes cemaatle birlikteydi. 2013’e kadar somut bir suçları yok”...  Gerçek öyle mi?

2005 Şemdinli... 2006 Atabeyler... 2007 Ergenekon... 2010 Balyoz... 2011 Şike... OdaTv... vs... Bitmedi...

2013’e kadar şuç işlememiş ya bu yapı!

Peki 2013 öncesi yaptıkları kumpaslardan dolayı hakim, savcı ve polisler neden hapiste ve neden yargılanıyorlar...

2011... Başbakan Tayyip Erdoğan’ın odasına böcek koyanlar... 7 Şubat 2012 MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı ifadeye çağırıp, tutuklamak isteyenler... Bunlar da mı suç değil? Kafa başka... Varsa yoksa KEMALİSTLER...

Devam edelim...

Fatih Altaylı’yı okuyun!

Bu konuda kalem oynatan nadir isimlerden birisi de Habertük yazarı Fatih Altaylı... 22 Aralık’ta, “Çok tehlikeli bir mantık” başlıklı yazısında Altaylı şu cümleleri kurdu: “... İslamcı medyanın yazarlarından biri ilginç ve tehlikeli bir yazı kaleme almış. Hafta sonunda okuyunca gözlerime inanamadım. Bir dönem FETÖ’ye yakın olmakla suçlanan bu beyefendi diyor ki, ‘FETÖ 2013 17 Aralık’a kadar suç işlemedi ki!’ Bunu diyeceğine (Yahu 2014’e hatta darbe girişimine kadar hanginiz FETÖ’cü değildiniz?) dese ‘Adam haklı, dağılın’ diyeceğim de (2013’e kadar suç işlemedi ki!) demek siyasal İslamcıların FETÖ meselesinden zerre ders almadıklarının kanıtı. Bu kafa çok tehlikelidir. Bu mantıktan yarın METÖ’ler, ITÖ’ler ve daha neler neler çıkar.”

Fatih Altaylı.


FETÖ TEMİZLENİYOR MU?

Altaylı bir gün sonra da “Sırrı ifşa” başlıklı bir yazı kaleme aldı: “... Bir FETÖ gitti, bin FETÖ geldi diyen İlahiyat Fakültesi Dekanı beklendiği üzere görevden alındı. Muhtemelen ‘Devlet sırrını ifşa ettiği’ içindir. İki yıla yakın bir süredir söylüyorum Türkiye FETÖ ile mücadeleyi bıraktı diye. Kimse dinlemiyor. Milli bilinen FETÖ’cüler her yerde el üstünde. Evet, eski ekipten bir kısmı kaçıp gitti ama gerisi dört yanda. Futbolda, bürokraside, siyasette. Her yerde... FETÖ’cüler temizleniyor diye yutturulan şey aslında sanki FETÖ içi bir hesaplaşmada bir grup FETÖ’cü bir başka grup FETÖ’cüyü temizliyor gibi bir görüntüye büründü...”

SONUÇ: Kemalistler bu ülkenin temelidir... Omurgaları liberaller gibi değildir... Yalılardan değil, hayatın içinden okuma yapar ve gerçeğin peşinde koşarlar! Bu yüzden ilk önce ‘yerli ve milli iktidar’ tam anlamıyla olmalı sonra muhalefete bakılmalı! 



USTA EKONOMİSTLER “BİTMEYEN KRİZ”İ ANLATTI: NEOLİBERALLER BİLE ARTIK ‘KAMU’ DİYOR

Şenol Çarık...

Bitmek tükenmek bilmeyen habercilik enerjisiyle yazıyor, çiziyor, kitaplar yayımlıyor.

Son kitabının adı BİTMEYEN KRİZ... Gerçekten bitmiyor:

“... Kriz bir karmaşadır ve her karmaşada bazıları kaybederken bazıları kazanır... Ekonomi, tüm yaşamsal faaliyetlerin temeli ve belirleyicisi olma özelliğine sahip. Dün ve bugün olduğu gibi yarın da böyle olacaktır. Bu aynı zamanda ülkelerin ve ulusların da kaderini etkilemektedir. Atatürk, bütün siyasal, toplumsal, kültürel faaliyetlerin temelinin iktisat olduğunu vurguluyor. Belirli tarihsel kırılma anlarında, eşiklerde hep krizler, büyük buhranlar yaşandı... Savaşlar, gerilimler, çatışmalar, kıtlıklar, salgınlar, felaketler, afetler... Krizler daha da derinleşti... İnsanlık kapitalizmin giderek daha da vahşileştiği emperyalizm çağında daralan makasın, acımasız dişlilerin arasında zor günler geçiriyor...” Böyle diyor Şenol Çarık ve bazı sorulara yanıt arıyor...



Örneğin...

Bütün insanlığa yetebilecek düzeydeki kaynaklar neden küçük bir kesimin elinde toplanmakta?

Ekonomik kriz ve bunalımlar neden belli bir çevreyi etkilememekte, tersine onları zengin etmektedir?

Ekonomik krizin nedenleri nelerdir? Krizlerle yaşamak kaderimiz mi?

İşte bu sorulara yanıtlar aramış... Prof. Dr. Korkut Boratav, Prof. Dr. Bilsay Kuruç, Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, Prof. Dr. Duran Bülbül, Bilin Neyaptı, Kaan Öğüt, Haydar Lütfi Ejder, Ersin Dedekoca, Çetin Ünsalan... Şenol Çarık’ın sorularını yanıtlamış...

Emperyalizm Türkiye’de!

Prof. Dr. Korkut Boratav demiş ki: “... Emperyalizm bir çevre ekonomisi olan Türkiye’dedir. Bu konum, aynı zamanda, bağımlılık anlamına gelir. Bağımlılık kavramını, dünya ekonomisinin tüm öğeleri için geçerli olan çok yönlü etkileşim olgusundan ayırmak gerekir. Emperyalist sistemin asimetrik özelliğinin sonucudur; merkezden çevreye uzanan etkilerin çok daha başat, belirleyici olmasını açıklamaktadır. Birinci olarak... Ekonominin büyüme süreci büyük ölçüde sermaye giriş- çıkışları tarafından belirlenmektedir.

Prof. Dr. Korkut Boratav.


İkinci olarak... Bu bağımlılık makroekonomik bağlantılarda ağır bozulmalara yol açmıştır.

Üçüncü olarak...  Ekonomide yabancı sermayenin varlığının ve artık değer aktarımının boyutları artmıştır.

Son olarak... Dış borçların toplamı, oranı yükselmiş; bileşimi bozulmuş; dış şoklara karşı ekonominin kırılganlığı bu yüzden de yoğunlaşmıştır.


Gelecek ‘sol’ da!

Prof. Hayri Kozanoğlu da “Pandemi ekonomide kalıcı izler bırakacak” tespitini yapmış: “... Covid-19 virüsünün yayılmasıyla birlikte kamunun ekonomideki rolünün önemi kısa sürede daha iyi anlaşıldı. IMF-Dünya Bankası gibi özeleştirme, liberalleşme, kamunun ekonomiye müdahale olanaklarının kısılması şartlarını dayatan uluslararası mali kuruluşlar bile tavır değiştirdiler. Kamu altyapı yatırımlarına ağırlık verilmesi, bütçelerden daha fazla yatırım ve sosyal harcama yapılmasını önermeye başladılar. Sağcı politikacılar, piyasa toplumu savunucusu medya kuruluşları bile bu gerçeği yadsıyamadılar. Bu süreçte, uygulanan neoliberal ekonomi politikaları sonucu dünya genelinde birçok ülkede başta sağlık olmak üzere eğitim, bakım, sosyal güvenlik ve altyapı gibi kamusal hizmetlere yeterince yatırım yapılmadığı, kaynak ayrılmadığı, özelleştirmelerle kamunun ne denli zayıf düştüğü ortaya çıktı.”

Peki Kozanaoğlu ne bekliyor? Okuyalım: “... Türkiye de dahil olmak üzere çok sayıda ülkede yerel yönetim hizmetlerinin hayati bir rol üstlendiği; su, enerji, dağıtım, ulaşım, eğitim ve sağlıkta yerel yönetimlerin çok daha etkin görev üstlenmesi gerektiği fikri kabul görmeye başladı. Özetle sendikaların, emekten yana örgütlerin ve sol partilerin daha yüksek sesle kamucu, eşitlikçi, dayanışmacı ekonomi programları savunmalarının, sol partilerin hükümet olmaları halinde bu programları uygulamalarının objektif koşulları ve ideolojik zemini ortaya çıktı.

SÖZCÜ KİTAPEVİ'NE ULAŞMAK İÇİN