Ne çok şey sensin...

Yemeğin tuzu...

Çatal bıçak sesi...

Saksıdaki çiçeğin suyu...

Perdeler...

Ağır işçi...

Gece bekçisi...

Baba ocağının kokusu...

Her nefessiz kaldığımda içime çekesim gelir......



“Geç kalma”

“Dikkat et...”

“Kalın giyin...”

“Allah esirgesin...”

Dizin kanadığında sen canın yandı sanırsın... Oysa acısını git anneye sor, asıl acıyan onun dizidir...

Bu yaşta bile duymak için duasını...

Dizimi taştan taşa vurasım gelir...



Bu toprakların adı “Anadolu”dur...

Ama adını vatana verip, tüm acıları annelere yüklediler... Hangi yanda, hangi ideolojide, hangi yönde, hangi tarafta, kim olursa olsun...

Hiç fark etmez...

Sadece şu son günlere bakın yeter...

Her yiğit vurulduğunda ölen bir annedir...



Çapulcular; bugün hepimizin adına gidin...

Annelerinin kapısının önüne çiçek bırakın, Ethem’in, Abdullah’ın, Mehmet’in, Mustafa’nın, İrfan’ın, Ali İsmail’in, Selim’in...

Ama çalmayın kapılarını...

Çünkü her kapı çalındığında annesi, koltuğunda ekmekle döndüğünü sanır Berkin’in...



Bugün Anneler Günü...

Kutlu olsun...

Vakit varken sarılın boyunlarına...

Kokularını içinize çeke çeke öpün...

Bir kedi yavrusunun annesine sokuluşu gibi...



Anneler ne çok şeydir...

Mutfaktan gelen tıkırtılar...

Dolaptaki sarma...

Katlanmış çoraplar...

Ütülü mendil...



Ama en çok bir eldir anne...

Çevirip avucunu öpesim gelir...




11 Mayıs 2014 tarihli yazısı.