Dün yine kulaklarım çınladı...

Ne zaman bir yerime bir şey olsa...

Diyelim ki genzim yansa, burnum sızlasa, hıçkırık tutsa, ne zaman seğirse gözüm....

“Beni andı” derim...

Sağol gülüm...



Organlarım haberci gibi...

Ne zaman sırtım ağrısa, ne zaman kramp girse ayaklarıma, ne zaman hapşırsam, ne zaman başım ağrısa, ne zaman bileğim burkulsa...

Hatta gülüm, ne zaman düşsem...

“Yine andı” diyorum...



Dün kulaklarım çınladı...

Bir de kafamı dolaba çarpsam, merdivenden yuvarlansam...

Ya da dizimi sehpaya vurup da katlansam iki büklüm...

Bana bayram düğün...



Ne yapacaksın bir tanem, insan hasret çektiğinde, umulmaz şeylerden haber bekler, olmadık şeyleri habere yorarmış...

Ben de öyle yaparım...

Ne demiş şair:

“Bıçak saplanır yüreğime

Selamına sayarım...”



Sen benim sadece “okurum” değilsin...

Ülküdaşım, yol arkadaşım, dayanağım...

Dert ortağım, baba ocağım, annem, kardeşim, bebeğim...

Ailem...

Harflerim, kelimelerim...

Uzun gecelerim...

Kemanımın sesi...

Şu masamdaki pembe çiçeğim...



Senden bir ses, bir tepki, bir söz, bir haber gelmediği zaman...

Umutsuzluğum...

Hüznüm...

Sancılanırım...

Ne yapabilirim?...

İşte o zaman ben de; kendimden kendime, senin haberlerini bekledim...



Dün gece “yine beni andı” dedim...

Nereden bildim?..

İki damla, iki küçük haberci yuvarlandı...

Yandı gözüm...

Selamındır...

Sağol gülüm...




28 Haziran 2014 tarihli yazısı.