Gece herkesin uyuduğu saatlerde, hastane odasının camından Ankara’ya baktım...

O uzaklardaki ışıkların birisinin dibiydi belki... Tıfıl muhabirin takıldığı cılız kız, bardaki tahta sahnede dans ederek şarkısını söylüyor hâlâ sanki:

“Bıçak yarası değil, yürek yarası

On ikiden vurulmuşum kaş göz arası...”



Yıllar peş peşe geçti...

Şehrin ışıkları yine göz kırpa kırpa yanıp sönüyor...

Gözlerimi kapattığımda, kimi zaman askerler geçiyor ışıkların altından, postal seslerini izliyor şehrin ışıkları...

Kimi zaman tank paletleri titretiyor yeri göğü...

Polisler bir kızı kovalıyor kimi zaman...

Hastanenin camından başımı uzatıp sorasım geliyor:

“Bir gece gençleri asmışlardı sabaha karşı, hatırlıyor musun sokak lambası?..”



Köfteci Mustafa’dan ödünç köfte alırdı parasız muhabirler...

Bir olay haberi geldiğinde, ödünç alınmış köftelerin ısırılmış yarısı, masa niyetine yıkık duvarın üzerinde kuşlara kalırdı...

Yarım lokmalar...

Daha doğrusu her şeyimiz yarımdı...

Uykularımız yarım... Aşklarımız yarım... Sevgilerimiz yarım... Gülüşlerimiz yarım... Sarılmalarımız yarım yarımdı yarım...

Beşikteki bebeklerimizi sevmemiz hep yarım kalmıştı...

Kısacası yarımız yoktu...

Öbür yanımız işte böyle oldum olası yaralı...



Hiçbir şey düzelmedi...

Hep didindik...

Hep istedik...

Hep bekledik...

Olmadı...



Şehrin ışıklarına bakıyorum bir hastane odasından...

Işıklardan birisinin dibinde belki hâlâ, o cılız kız tahta sahnede şarkısını söylüyordur:

“Bıçak yarası değil, yürek yarası

On ikiden vurulmuşum kaş göz arası...”




14 Haziran 2015 tarihli yazısı