Koronavirüs (Covid-19)  dolayısıyla şehir hastanelerinin ne kadar isabetli yatırımlar olduğunun ortaya çıktığını savunanların kesinlikle görmek istemediği bazı gerçekler var:

-Sağlık Bakanlığı’nın kendisini kiracı olarak konumlayarak Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) modeliyle yaptırdığı şehir hastanelerinin büyük bölümü şehir dışında. Bu, özellikle yoksullar için zaman ve para kaybı demek. Evinden çıkan vatandaşın bazen iki bazen de üç toplu taşıma aracına binmesi gerekiyor.

-Garanti verilen şehir hastaneleri açılabilsin diye şehir merkezlerindeki hastaneler kapatıldı. Açıkça söylenemeyen nedeni, şehir hastanesini yapıp işleten şirketlerin para kazanma zorunluluğu. Sözleşmeler gizli olduğu için devletin şirketlere sağladığı avantajların detaylarını tam bilmiyoruz. Bildiğimiz en önemli gerçek, vergiye dönüşen bu garantilerin büyüklüğü.

YENİDEN YAPILANDIRMA İÇİN

Ve anlaşılan bu garantiler o kadar sağlam ki İngilizce kısa adı EBRD olan Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, bir şehir hastanesi için 40 milyon Euro kredi verebiliyor.

Çok yeni bir gelişme: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen hafta acil servisini açtığı Başakşehir İkitelli Şehir Hastanesi’ne EBRD 40 milyon Euro kredi sağlayacak. 23 Nisan’da yani dün kendi internet sitesinden duyurdu.

İlginçtir, bu hastanenin finansal kapanışının tamamlandığı ta üç yıl önce açıklanmıştı. 2017 yılında Çırağan Oteli’ndeki törenle duyurulan İkitelli Şehir Hastanesi’ne bu kredi, önceki kredi borçlarını yeniden yapılandırması için verilecek.

Hatırlatma notu: Rönesans Sağlık Yatırım’ın Japon Sojitz ortaklığı ile üstlendiği İkitelli Şehir Hastanesi 163 milyar Japon Yeni tutarındaki kısmına ilişkin finansal kapanışla da Avrupa’da “Yılın PPP Anlaşması” seçilmişti.

KABUL TARİHİ 27 MAYIS

EBRD duyurusuna göre kabul tarihi 27 Mayıs 2020 olan bu kredi, İkitelli Şehir Hastanesi’nde özsermayeye yönelik kısa vadeli kredileri yeniden finanse etmek için kullanılacak. Projenin amaçları arasında bilançonun yeniden yapılandırılması ve aktif-pasif arasındaki vade uyumsuzluğunu gidermek de sayılıyor. Kabul tarihinin 27 Mayıs oluşu, hastanenin tam kapasiteyle hizmete geçiş tarihi olarak açıklanan mayıs ile uyumlu…

Dolayısıyla bu hastanenin geçen haftaki açılış töreni EBRD’nin bu taze kredisiyle bağlantılı. Başa dönelim: Bu kredi bize gösterdiği pek çok şeyin yanısıra, devletin Rönesans Sağlık Yatırımları şirketine ne kadar sağlam garantiler verdiğinin de kanıtı.

ATATÜRK HAVALİMANI


Emekli Hava Pilot Tümgeneral İrfan Sarp’tan uzun bir mektup aldım. Atatürk Havalimanı pistleri üzerine hastane yaptırılmasının yanlışlığını vurguluyor. “İstanbul Atatürk Havalimanı yok edilmemelidir” diyen Sarp, pistlerin inşaat sahasına alınmasıyla ilgili “hava trafiğinin yönetilmesinde problem olduğu” gerekçesinin doğru olmadığını belirtiyor, özetle şöyle diyor:

- İstanbul Hava Trafik Kontrol Merkezi’nde kontrolör olarak çalışan ve bu kontrol sahasındaki uçuş trafiğini bizzat kontrol eden bir arkadaşa ve ömürleri bu kontrol sahasında yaklaşma, iniş ve kalkışla geçen kaptan pilot arkadaşlarıma danıştım. Onlar İstanbul hava sahasında bulunan havalimanlarının uçuş trafiğinin yönetilmesinde hiçbir problem olmayacağını izah ettiler ve görüşlerini ayrıca İstanbul hava sahası üzerinde bir krokiyle gösterip ispat ettiler.

- Tahrip edilen bu iki pistin inşaat maliyeti 2 milyar TL’dir. Bir de pistlerin tahrip edilmesiyle Sabiha Gökçen ve İstanbul Havalimanı’na uçuş yapan uçakların Atatürk Havalimanı’nı yedek meydan olarak seçmeleri imkânı ortadan kaldırılmıştır. Uzaktaki bir meydana divert edilecek uçakların harcayacakları yakıtın maliyeti ile kaybedilecek zamanı da zarar hanesine kaydetmek gerekmektedir.


Ekmek dağıtma suçu


“Yerel yönetimlerin görev ve yetkileri arttırılacaktır. Merkezden yerele yetki devri devam edecektir. Yerel bazda hizmetlerin yerel yönetimler eliyle yapılması süreci hızlandırılacaktır. Genel bütçe gelirlerinden yerel yönetimlere ayrılan pay artırılacaktır.”

Yukarıdaki alıntı, AKP’nin 2011 seçim beyannamesinin Yerel Yönetimler bölümünden. İstanbul ve Ankara’yı hiç kaybetmeyeceği varsayımıyla kaleme alınmış satırlar, dokuz yıl sonra müzelik bir ifadeye dönüştü çoktan.

“Köprülerin altından çok sular geçti” diyebilirsiniz. Deyin ama hatırlatalım ki, AKP’nin iktidar partisi kimliğinin ötesine geçerek parti devletinin vücud bulmuş haline dönüşmesinin büyük ipuçları, 12 Eylül 2010 referandumuyla birlikte o seçim sürecinde saklıdır.

KUTUPLAŞTIRMA MİADI 

Gerçek olan şu ki AKP; yerel seçimlerde -özellikle- İstanbul ile Ankara’yı kaybetmenin sancısını ağır yaşıyor. Tek başına değil tabii. Yenilginin bedelini gerçeklikten kopmuş bir intikam duygusuyla yoksul halka ödetiyor.

Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan, büyükşehir belediyelerinin, hayat şartları Covid-19 salgınıyla ağırlaşan halka yönelik gıda, barınma, sağlık hizmetlerini açıktan kriminalize ediyor. Peşinden fiili koalisyon ortağı MHP Genel Başkanı Bahçeli de gelmekte gecikmedi.

Bir kez daha vurgulayalım. Bu tutumun kitleler nezdinde bu kez tutmayacağı görülüyor. Salgınla derinleşen ekonomik kriz, sosyal devlet anlayışının daha güçlü biçimde çıkmasını zorunlu kılarken, Erdoğan’ın yerel yönetimleri ağır ifadelerle kriminalize etmesinin, gıda alamayan vatandaşta bir karşılığı yok. Kutuplaştırma taktiği son kullanma tarihini doldurdu. İstanbul ve Ankara seçmeni, değişen yönetimin yapıcı, onarıcı, düzeltici ve kimlik ayrımı yapmaksızın kucaklayan tavırlarından memnun. Kutuplaştırma taktiğinin kabul görmemesinin tek istisnası, korkutularak güvenlik saikiyle iktidara yeniden bağlanma ihtiyacını doğuracak istikrarsızlık  ortamı olabilir. Hiç olmasın! AKP’nin tek başına iktidar olma yeterliğini kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra neler yaşandığını herhalde unutmadık.

İNAYET DEĞİL SOSYAL DEVLET

Parti devletinin, İstanbul Ankara büyükşehir belediyelerindeki etkinliklerden rahatsız olmasının, adı konulmamış  nedeni rahatsızlığın dayanağını oluşturuyor.  İçişleri Bakanlığı’nı Anayasal dayanağı olmaksızın genelge çıkaracak kadar alarme eden o hakikat, halka bedelsiz sağlanan olanakların bir yurttaşlık hakkı olduğunun ortaya çıkmasıdır. Sadaka, lütuf, ihsan, bağış, inayet üzerinden kurgulanan ve bunun üzerinden yıllarca oy arttırıp güç konsolide edilen alanın, gerçekte bir sosyal devlet alanı olduğu açığa çıkmıştır.

Belediyelerin halka yardım ulaştırma yolları geliştirdiği dönemde  AKP; TBMM’den hızlıca geçirdiği yasayla sermayeyi, işvereni rahatlatacak düzenlemeler getiriyor. Çalışanı düşünmüş gibi gösterdiği düzenlemeyle işverenin ücretsiz izne çıkardığı milyonlarca işsize asgari ücret bile ödemiyor.

Püf noktası şu: İşçiye ayda 1168 TL’yi uygun gören iktidarın bu hesabında dini siyaseten kullanmanın izleri yoktur. Bu hesap hakiki bütçe hesabıdır. AKP’nin politik tercihini yoksul emekçilerden yana değil, sermayeden yana kullandığının resmi belgesidir. Hesabın şöyle bir basitliği var: 2 milyon işçiye üç ay süreyle yapılacak bu ödemenin İŞKUR’a maliyeti 7 milyar TL.

1168 TL yerine  asgari ücret ödese, çıkacak para 14 milyar TL olacaktı. AKP iktidarının kimi ne kadar düşündüğünün gerçek resmi işte o verilmek istenmeyen 7 milyar TL’de gizli.