Sırf bu ülkenin yurttaşı ve vergi yükümlüsü olduğumuz için; geçsek de geçmesek de köprülerde, tünellerde garanti edilen araç trafiğini, havalimanlarında ve Ankara YHT Garı’nda yolcu başına ödenecek tarifeyi, Sağlık Bakanlığı’nın her birine ayrı ayrı kiracı olduğu şehir hastanelerine kira bedelleri ile diğer gelirlerin faturalarını aslında biz ödüyoruz biliyorsunuz.

İşte “sermaye” diye de anılabilecek küçük bir grup müteahhide, Hazine’den ödenen ve ödenecek olan kaynaklar için son üç yıldır bütçeden belli kaynaklar önceden ayrılıyor (Eskiden bu da yapılmıyordu. Yapılsa da gizleniyordu.)

2020 yılı bütçesinden söz ettiğim bu garantiler için şirketlere ödenmek üzere ayrılan pay: 18.9 milyar TL.

- Bu tutarın 10.5 milyar lirası şehir hastanelerini yapıp (Sağlık Bakanlığı’na) kiraya verip, işleten müteahhit firmalara.

- 8.3 milyar  TL’si de köprü ve otoyolları işleten müteahhit şirketlere ödeniyor.

★★★

Sizler bu sözleşmeleri görmediniz, göremiyorsunuz, okuma imkanınız yok.

Ama her birinde Sağlık Bakanlığı’nın, Ulaştırma Bakanlığı’nın, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün, Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün, TCDD’nin ilgili şirkete kaç dolar ve kaç Euro üzerinden ve yılın hangi aylarında ödeme yapacağı bilgileri maddeler halinde tek tek yazıyor.

Siz bilmiyorsunuz. Çünkü iktidar böyle istiyor.

Sağlık Bakanlığı ile Ulaştırma Bakanlığı, bağlı kurumları, bu paraları müteahhit şirketlere devletin bütçesinden Hazine’sinden değil de sanki kendi özel hesaplarından ödüyormuş gibi açıklamıyor çünkü.

Açıklanması istendiğinde, TBMM’de bu soru onlarca kez muhataplarına sorulduğunda hazırlanmış standart bir cevap var: Ticari sır.

Sır dedikleri, devletin halkın parasıyla yapacağı ödeme. 

Mesela bu öyle bir sır ki, hukukta, sözleşmelerde “mücbir sebep” denilen salgın hastalık gibi olağanüstü durumlarda değişebilecek bazı maddelerin garantili sözleşmelerde olup olmadığını bilemiyoruz.

Belki de x şehir hastanesi için, havalimanı ya da köprü için diyelim ki nisan ayında ödenmesi gereken milyarların ötelenmesini mümkün kılacak maddeler var.  Belki bu kaynak halkın daha öncelikli ve zorunlu harcamaları için harcanmalı.

Ama bilmiyoruz işte. Bunu bilmemek ve sorgulamamak ile yakındığımız pek çok şey arasında kuvvetli bir bağ olduğunu da bilmiyoruz.

“Çankaya Köşkü” ifadesinin Cumhuriyet’i ve Cumhurbaşkanlığı makamını simgeleyen tarihsel anlamı, Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı ile gündelik dilden uzaklaşmıştı. Erdoğan’ın yıllar sonra Çankaya Köşkü’nü, küresel salgın Covid-19’a karşı alınan tedbir paketini duyurmak için seçmesi, Saray için “Külliye”nin tutmadığının bir kanıtı gibi. Diğer yandan tedbir paketinin adındaki “kalkan” kelimesi, Suriye’ye yönelik harekatlarda dolaşıma sokulan militarist dilden medet umma pragmatizmi. Bir kalkan varsa, bunun sermaye şirketleri için olacağı söylenebilir. Sendikaların, sağlık örgütlerinin davet edilmediği toplantıda sağlık çalışanlarının hakkını veren emekçileri gözeten anlamlı bir plan çıkması zaten beklenmiyordu.

En basitinden insanları evde kalmaya davet edip, kamuda çalışma düzenini değiştirmemek, dolayısıyla toplu ulaşım araçları başta olmak üzere kişisel etkileşimlerin sürmesine aldırış etmemek, salgınla ne ilgisi varsa konut satışlarıyla ilgili bir maddeyi araya sıkıştırmak

Bütün dünyayı korkutan bir salgına karşı etkili, insanı her şeyin önünde tutan bir paket ancak bütçedeki tercihleri değiştirerek mümkün. Örnekse, KÖİ sözleşmelerindeki garanti paralarını iptal etmek ya da ertelemek. Kuşkusuz ki böyle bir radikal değişiklik, tercihlerini Covid-19 gibi bir felakette bile sermayeden yana koyan AKP iktidarının harcı değil.