CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu; MHP kurucusu ve ilk genel başkanı Alparslan Türkeş’in eşi Seval Türkeş’i evinde ziyaret etti.

Beraberinde İBB Başkanı İmamoğlu, Kadıköy Belediye Başkanı Odabaşı, İstanbul İl Başkanı Kaftancıoğlu vardı.

O gün Maraş Katliamı’nın yıl dönümüydü.

Benim yaşım Maraş Katliamı’nı hatırlamaya yetiyor. Bilmeyenleri, şu günlerde yayımlanan mesajlardaki, öznesiz ve edilgen fiilin hakim olduğu dil yanıltabilir. Katliamda kimlerin ne rolü olduğu, mekanlar ve isimlerle 12 Eylül mahkeme dosyasına girmiştir. Davayı gören Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin talebi üzerine ve MİT’in gönderdiği belgelerde.



BİLSE DE BİLMESE DE

Ziyaret haberini okurken, temsil düzeyi ve profili hayli yüksek bu ziyaretin planlanışı sırasında, takvim bilgisiyle hareket edilip edilmediği sorusu geçti aklımdan. Yılların refleksiyle gazetecilik merakıydı bu. Fakat sonra kendi merakımı anlamsız buldum.

Katliam yıl dönümü olduğunu bilerek gitmek ile bilmeden gitmek arasında nitelik farkı yoktu çünkü. İki ihtimal de sorunluydu ve biri diğerinden daha az kötü değildi. 

50+1 STRATEJİSİ

CHP yönetimi, AKP iktidarını seçimlerde yenmek amacıyla geliştirdiği “yüzde 50 artı 1” stratejisini, birçok şeyin önüne koyan bir yaklaşım içinde.

Seval Türkeş’in Kılıçdaroğlu’na Çakıcı tehdidinden duyduğu rahatsızlığı ilettiğini ve bu ziyaretin bir “nezaket” içerdiğini öngörsek de yüksek profil bize başka bir şey söylüyor: Kılıçdaroğlu’na uluorta ve üst üste tehditler savurabilen Çakıcı’ya, MHP Genel Başkanı Bahçeli destek çıktığı için bu ziyaretle, Bahçeli’ye ve MHP tabanına anlamlı mesajlar verilmiş oluyor.

Böylece, ziyarete Bahçeli öfkelenip MHP seçmeni etkilendiğinde Millet İttifakı oyları mı artacak?

80 darbesine giden karanlık süreçte partisinin sayısız mensubuyla seçmenini planlı katliam ve cinayetlerde kurban vermiş CHP’nin, kurumsal tarihinin fay hatlarına ve toplumsal belleğe özen göstermeden tuttuğu stratejiyi şahane bulanlar var belli ki.

“Çantada keklik” görünen oylar ise gerçekten çantada mıdır, ayrıca oy sahipleri keklik midir onu da zaman gösterecek.

Daha kaç yoğun bakım hastası tehlikede?


Covid tedavisi gören 11 hasta yoğun bakımdaki yangında öldü.

Gaziantep’teki Sanko Üniversitesi Hastanesi’nde çıkan yangına, yüksek akımlı oksijen cihazı sebep olmuş. Sağlık Bakanlığı, bu cihazlara karşı kamu hastanelerine uyarı yazısı göndermiş meğer.

Yazı ibretlik: “Sağlık tesislerimize demirbaş veya hizmet alımı yoluyla edinilen ve hasta tedavisinde yoğun olarak kullanılan yüksek akış nazal oksijen terapi cihazlarının bir kısmında yangınlar meydana geldiğine dair geri bildirimler alınmaktadır.”

Bakanlık, cihazların “YANGINLARA” yol açtığını kabul ediyor. Alınması gerekli önlemleri uzun uzun anlatıyor.

Ama önlemler kullanıcıya yönelik. Soru ise şu: Yangınlar, cihazların kullanılma biçiminden mi, düşük kalitesinden mi çıkıyor?

Sektörden bir okurum, son zamanlarda ihalelerle, çok sayıda kalitesiz cihaz alındığını yazdı. Üretim hatası nedeniyle cihazların içinde oksijen birikip ısındığını, bir an önce bu cihazların toplatılması gerektiğini vurguluyor.

Gaziantep’te hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı dileyerek soralım:

Sağlık Bakanlığı soruşturma sonuçlarını açıklayacak mı?

Daha kaç yoğun bakım hastası, hastanelerde kullanılan kalitesi düşük “yüksek akış nazal oksijen terapi sistemi” dolayısıyla tehlikede?

BDDK bu sahteciliğe ne diyor?


Vakıfbank Yönetim Kurulu Üyesi Hamza Yerlikaya’nın lise diploması sahteymiş.  Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 19 yıllık kararı Cumhuriyet’te İklim Öngel imzalı haberde ortaya çıktı.

Yerlikaya’nın diploması sahte olmasa da o göreve atanması sorunluydu. Bankacılık gibi güven kurumlarının gereksindiği liyakat yoktu çünkü. Ama ne bankadan bir itiraz yükselebilmişti, ne de düzenleyici denetleyici otorite BDDK’dan. Sebep malum.

Yeri gelmişken. Bundan birkaç ay önce konut edindirme amaçlı faizsiz finans kuruluşlarının faaliyetlerine dikkat çekip BDDK’ya soru yöneltmiştim. BDDK cevabını, Sulh Ceza Hakimliği’nden tekzip kararı çıkararak verdi.

Hamza Yerlikaya


BDDK’nın bu yazımı da tekzip ettirip ettirmeyeceği merakıyla soruyorum:

Büyük bir bankanın yöneticisinin diplomasının sahte çıkması görev alanınızda mı değil mi? Böyle bir sahtecilik, üniversite diplomasını da geçersiz kılmaz mı? Yerlikaya’nın imza attığı bütün işlemleri hukuken sakatlamaz mı? Bankacılık bir güven müessesesi değil midir?