Kitabın ortasından bir soru ile başlayayım:

Aklı başında bir Allah’ın kulu çıkıp Barolar konusunda yapılmak istenen değişikliğin kimin, hangi ihtiyacından doğduğunu anlatabilir mi?

“Alternatif Baro”, “Çoklu Baro” önerilerinin kaynağını geçmişe doğru taradım. Sonuçlara birlikte bakalım:

Mesela Türkiye Barolar Birliği (TBB), 12 Eylül 2010 günü referanduma sunulan Anayasa değişikliğine karşı çıktı. Barolar, “Bu değişiklikler yargıyı siyasallaştıracak, yargıyı cemaatlerin tarikatların eline geçirecek” diye avazları çıktığınca bağırdılar. Bir çok kesimden, sivil toplum örgütlerinden, aydınlardan hükümete benzer uyarılar geldi.

Kim takar baroları, sivil toplum örgütlerini, aydınları?

Hükümet bildiğini okudu.

FETÖ, “ölüler dahi mezardan çıksın oy kullansın” diye çağrı yaptı. Referendumdan “evet” çıktı. Sonrasında neler olduğunu hepimiz anımsıyoruz:

Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısı değiştirildi. FETÖ, yeni HSYK üzerinden yargı camiasın en az yarısını ele geçirdi.

2011’de ilk iş, referandum öncesinde düzenlemeye karşı çıkan TBB’den hesap sormaya geldi. Yargıdaki FETÖ yapılanması gerekli taslakları hazırladı. AK Parti’den gelen “Baroların yapısını, seçim sistemini değiştireceğiz” açıklamaları birbirini izledi.

Barolar direnince hükümet geri adım attı ve planlanan düzenleme rafa kaldırıldı.

İki yıl sonra, 3 Eylül 2013 günü, yargı yılı açılışında konuşan TBB Başkanı Metin Feyzioğlu, hükümetin çoğulcu değil çoğunlukçu davrandığını söyleyince öfkelenen dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin, “Parlamento açıldıktan sonra çoğulculuğu her alanda sağlamak için çalışmalar yapacağız. Barolar Birliği seçimlerinin de barolardan gelen delegelerin seçimlerinin de çoğulcu yöntemle yapılması için önere getireceğiz. Umarım Sayın Başkan bu çoğulcu önerilerimize de destek verir” dedi.

FETÖ’nün savunma makamı için uygun gördüğü düzenleme taslağı yeniden raftan indirildi. Ancak, hem konjonktür uygun değildi hem hükümetin FETÖ ile arası açılmaya başlamıştı. Düzenleme, bir kez daha unutuldu.

5 Eylül 2014 günü TBMM Başkanı Metin Feyzioğlu bu kez Danıştay’ın kuruluş yıldönümü töreninde konuşurken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın tepkisini çekti. Erdoğan o kadar öfkeliydi ki kürsüdeki Feyzioğlu’nu fırçalayıp salonu terk etti. Barolarla ilgili düzenleme bir kez daha raftan indi. Aynı tartışmalar bozuk plak gibi tekrarlandı ve hükümet geri adım attı.

2016’da da benzer tartışmalar yaşandı ve bitti.

2019’da Adli Yıl Açılışı Töreni, Cumhurbaşkanlığı yerleşkesinde yapılınca 50’den fazla baro törenlere katılmadı ve bir kez daha baroların yapısının değiştirileceği konuşulmaya başlandı. Aradan geçen bir yıldı yine bir gelişme yaşanmadı.

2020’deki tartışma Ankara Barosu’nun Diyanet İşleri Başkanı’nın konuşmasına “ayrımcılık yaptığı” gerekçesiyle gösterdiği sert tepkiden kaynaklandı.

Hükümet bu kez de düzenlemeden vazgeçer mi bilmiyorum ama şu kısa kronolojiden anlayacağınız gibi, temcit pilavı gibi sürekli ısıtılan o düzenleme tek ihtiyaçtan kaynaklanıyor: Baroların yönetimlerini ele geçirmek.

Barolar için önerilen “nispi temsil” yönteminin neden yanlış olduğunu en iyi Prof. Dr. Ersan Şen anlattı.

Baro yönetiminin bir “yürütme organı” olduğuna dikkat çeken Prof. Şen şu akılcı soruyu yöneltti: “Baro yönetimini, Cumhurbaşkanlığı kabinesine benzetebiliriz. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Muharrem İnce ve diğer adaylar da belli oranlarda oy aldı. Kazanan Cumhurbaşkanı kabinesinin yarısını diğer adaylardan da oyları oranında bakan alarak mı oluşturdu?” 

Getirilmek istenen sistemin bir başka sakıncası da yargıyı siyasallaştırması, bazı baroları iktidarın koluna dönüştürmesi olacak. Düşünün bir kere, arzulanan düzenlemeyle İstanbul’da en az dokuz baro oluşacak. “Hükümete yakın olan baro”, “muhalif baro”, “HDP’ye yakın baro” gibi cümleler kurmamız işten bile olmayacak.

2010 yılındaki referandumdan önce yapılan uyarıları dinlemeyen hükümet nedeniyle ülke 15 Temmuz 2016’da çok ağır bedel ödedi.

AK Parti’nin son dönemde sürekli eski defterlere sarılması, aynı konuları temcit pilavı gibi ısıtıp durması, iktidarın zayıfladığı, gündemi belirleyemediği algısını güçlendiriyor.

Cumhur İttifakı’nın TBMM’deki gücü istenen düzenlemeyi yapmaya yeter. Ancak emin olun elde ettiği sadece bir Pirus zaferi olur. 2010’daki gibi iktidar kazanır ama ülke kaybeder.