Korona ile mücadelede hükümetin başarılı olup olmadığı tartışma konusu oluyor. Bu meseleyi iki boyutta değerlendirmek gerekiyor:

- Salgının engellenmesi.

- Virüse yakalanıp hasta olanların tedavi süreci.

Salgının engellenmesi konusunda büyük bir başarı gösterildiğini düşünmüyorum. Neticede 130 binlere gelmiş bir vaka sayısından söz ediyoruz. Bu alanda dünya sıralamasında yedinci ya da sekizinci olmak başarı sayılamaz. Bu sonuçta “sokağa çıkma kısıtlaması” ile “şehirler arası geçişlerin kısıtlanması” kararlarının gecikmesi, üretim süreçlerinin kesintisiz devam ettirilmesi, maske dağıtımındaki başarısızlık gibi bir çok etkenin payı vardır.

Ancak virüse yakalanıp hasta olanların tedavisi konusunda başka ülkelere göre başarı gösterildiğini söyleyebilirim. Konuştuğum hastane yöneticileri, bilim kurulu üyeleri şunu söylüyor:

“Hükümetin ölü sayısını mevcuttan düşük gösterdiği doğrudur. Korona olarak kodlanan ve açıklanan istatistiklerde görünen ölü sayısının yanında bir de korona hastası olarak takip edilen ancak negatif testler nedeniyle korona olarak kodlanmayan ölümler var. Bu ölümler de eklendiğinde ölü sayısı bir buçuk ya da en fazla iki katına çıkabilir. Ancak unutmamak gerekir ki bu durumda dahi karşımıza çıkan rakam, Almanya ve Avusturya dışındaki bir çok Avrupa ülkesine, ABD’ye ye de İngiltere’ye göre çok daha olumludur.”



AK Parti’nin, bunu “başarı” olarak kendi hanesine yazıp, buradan halkla ilişkiler çalışması yapmaya çalıştığı da doğrudur. Ancak unutmamak gerekir ki ulaşılan sonucun altında, daha AK Parti ortada yokken temelleri atılan bir sağlık sistemi vardır. O da Anayasa’daki vatandaşlık haklarından tutun, tıp eğitimine kadar bir çok önemli detayı içerir. Bizim sağlık sistemimizin ruhu da Anayasadaki “sosyal devlet” ilkesinin, başka bir deyişle Cumhuriyetin eserlerinden biridir.

O sistemin ve ruhun omurgası da sağlık ordusudur.

Çünkü “sağlık sistemi”, bürokrasiden, ışıltılı binalardan, araç gereçlerden ibaret değildir. Bir sahra hastanesi binasını 45 günde inşa eder, donatırsınız ama orada çalışacak yetkin hekimleri ve sağlık çalışanlarını bulamazsanız o binaları sadece seyredersiniz.

Korona ile mücadelede yaklaşık 7 bin sağlık çalışanına virüs bulaştığını, “sağlık ordumuzun generalleri” diyebileceğimiz profesörlerin yaşamını yitirdiğini dikkate alırsanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.

★★★

Sözünü ettiğim sistemin de ruhun da en önemli unsuru Hipokrat Yeminine bağlı, bilimin ışığında her türlü yeniliğe açık, son nefesini verene dek hasta muayene eden idealist hekimlerimizdir.

Korona nedeniyle kaybettiğimiz Prof. Murat Dilmener o hekimlerin en iyi örneklerinden biridir. Gazete arşivlerini tararken gördüm. Hakkında yayınlanan teşekkür ilanlarında ortak ifade hep “kendini adayan” olmuş. 1987’de İstanbul Tıp Fakültesi’ndeki hepatit salgınıyla da 1988’de “zakkum kansere çare” safsatalarıyla da 1992’de Çin gribi salgınıyla da mücadelede hep ön saflardaymış. Tıpkı çalıştığı hastanede yoksul insanları ücretsiz muayene ettikleri için soruşturmalara, davalara, cezalara maruz bırakılan diğer idealist hekimlerimiz gibi...

Keşke, 2004’te İstanbul Üniversitesi ile Maliye Bakanlığı’nın onlara açtığı “Hastanenin döner sermayesi ile fakir hastaları tedavi ettirme, üniversiteyi ve devleti zarara uğratma davası” dosyasını okusanız. Anlatmak istediğim “idealist ruh”un vesikası gibidir o dosya.

Sadece yerel mahkeme aşaması üç yıl sürmüş. Yaptıkları savunmalara baktım. Çok anlamlı cümleler kurmuşlar ama işin özünü şu cümleyle anlatmışlar: “Bakmayalım da fakir ölsün mü?”

Yine de önce mahkum olmuşlar. Sırf Anayasa’daki “ücretsiz sağlık hizmeti” görevini yerine getirdikleri için tam 3,5 milyon TL para cezasına maruz kalmışlar. Bu cezanın 500 bin TL’si Prof. Dilmener’den istenmiş.

Neyse ki “Ankara’da hakimler var” denilebilecek bir döneme denk gelmiş bu yargılama süreci. Yargıtay, savunmadaki o soruya “ölmesin” yanıtını vermiş ve cezaları bozmuş.

İnsanı yaşatmak için ölümü göze alan sağlık ordumuzun neferlerinin miras bıraktığı o idealist ruh ülkemiz için - siyasetin halkla ilişkiler kampanyalarına alet edilmeyecek kadar- kıymetli.

Sahip çıkamazsak yazıklar olsun bize!