70’li yıllardan kalma pikabımın ortasındaki metal mile 10 adet 45’liği, isimlerine dahi bakmadan üst üste koyup, “başla” düğmesine bastım.

İlk düşen, İnci Çayırlı’nın “Kıskanıyorum” şarkısıydı.

Peşi sıra Emel Sayın’dan “O ağacın altı”, Melike Demirağ’dan “Arkadaş”, Tanju Okan’dan “Hasret”, Alpay’dan “Fabrika kızı”...

Biri bitiyor, iğne kenara çekiliyor, diğeri milden pat diye aşağı düşüyor, iğne o düşen plağın üstüne geliyor, önce hafif bir cızırtı ve ardından muhteşem bir şarkı duyuluyor.

***

Sıra 1976 tarihli bir kayıttaydı. Erol Evgin, o muhteşem sesiyle Çiğdem Talu ile Melih Kibar’ın yazdığı Atilla Özdemiroğlu’nun aranjörlüğünü yaptığı şarkıyı söylüyordu:

“Hani eski bir resme bakarken/ Hani yılları sayar da insan/ Hani gözleri dolar ya birden/ İşte öyle bir şey...”

Bir cızırtı, bir ses, bir melodi insanı bu kadar mı yakalar, bu kadar mı alır götürür.

Aklıma küçükken çekilmiş o eski fotoğrafım geldi. Hemen Facebook’ta depoladığım dijital kopyasını bulup açtım.



Altımda devlet parasız yatılı okulunun verdiği Sümerbank etiketli gri pantolon, üzerimde halamın ördüğü fermuarlı beyaz yün kazak, onun üzerinde okuldan verilen yine Sümerbank etiketli lacivert ceketle değiştiğim ve çok sevdiğim kırçıllı ceketim.

Arkamda tek katlı evimizin önünden geçen yol, kardan/buzdan görünmüyor.

Kavak ağaçlarının arasından geçen yıl harabe halini gördüğüm komşumuzun evi seçiliyor.

“Muhtemelen 1980’de çekilmiş” dedim içimden. Gayri ihtiyari yılları saydım, şarkıda dediği gibi. Üzerinden 40 yıl geçmiş.

Yine şarkıda anlattığı gibi, gözlerim doldu. Geçmişte kalmış bir 31 Aralık günü geldi aklıma.

Amansız bir tipide arkamda gördüğünüz o kavakların birbirine çarparken çıkardığı kuru dal çıtırtıları, duvarın dibindeki yaşlı ağacın çatalındaki 20 yıllık leylek yuvasından teneke çatıya düşen ağaç parçalarının gürültüsü, rüzgarın bitmeyen ıslık sesi her zamanki gibi korkutucuydu.

İçeri soğuk gelmesin diye tahta çıtalarla pencerenin üzerine tutturulmuş naylon, rüzgarın etkisiyle davul derisi gibi geriliyor, dalgalandıkça, cama çarptıkça ürkütücü bir hal alıyordu.

Dışarıda fırtına sürerken, kalın duvarların ardındaki o tek odada, kimi sobanın etrafında, kimi sekide oturmuş, kimi kilerle soba arasında mekik dokuyan insanların mensubu olduğu kalabalık bir ailenin yılbaşı telaşı vardı.

Sesler havada uçuşuyordu:

“Kazlar pişmiş mi?”, “Yanında pilav mı istersiniz, kartol (patates) mu olsun”, “Pecin (sobanın) fırınında kartol var zaten, pilavlı olsun”, “Pece tezek attınız mı?”, “Kabuklu yer fıstıkları nerede?”, “Orda portakalların yanında”, “Yeni dünyaları (bizim orada nedense Trabzon hurmasına yeni dünya derlerdi) yıkadınız mı?”, “Masa hazır mı”, “Çocuklar siz yerde peşgunda (tahta yer sofrası) yiyin”, “Televizyon yine karıncalanıyor, tipi anteni mi dağıttı acaba, Deniz bir baksın (TRT’nin yılbaşı programı başlamadan çatıdaki antenin alüminyum çubuklarını ana omurgaya sıkıca bağlayıp, yönünü sabitleyip, kabloları sağlamlaştırmak değişmez yılbaşı rutinimdi).

***

O kalabalık yılbaşı yemeklerindeki mutluluk, regülatörle çalışan tüplü televizyonun karşısındaki şen kahkahalar, ne bir yılı geride bıraktığımız, ne de yeni bir yıla başlayacağımız içindi. O mutluluk, neşeli günler, bütün olumsuzluklara rağmen hayatta kalmanın, kendi kendimize yetebilmenin, bir olabilmenin, toplumsal dayanışmanın, özgürce yaşamanın mutluluğuydu.

Ağlamak üzereydim ki pat diye bir sese irkildim.

Yeni bir plak düşmüştü. İğne üzerine gitti, hafifçe aşağı indi ve önce cızırtı, sonra şarkı duyuldu:

“Dünya dönüyor, sen ne dersen de. Yıllar geçiyor, fark etmesen de...”

Gerçekten de şarkıdaki gibi...

Dünya dönüyor, yıllar geçiyor ve bütün değerlilerimizi yitiriyoruz.

Bütün aile fertlerinin yaşam mücadelesi için değişik kentlere dağılmadan önce son kez buluştuğu o neşeli, huzurlu yılbaşı sofralarının izi belleklerimizden ağır ağır siliniyor.

***

2020’yi 2021’e bağlayan yılbaşı gecesini, birçoğumuz korona bahanesiyle uygulanan ev hapsinde geçireceğiz. Ne hikmetse, memlekette her şey serbest, kalabalık aileyle yılbaşı gecesi geçirmek yasak. Madem bu gece koronayla mücadele hatrına iktidarın ideolojik takıntılarına katlanacağız, o halde size bir tavsiyem var.

Hayattan, geçmişteki günlerden bir teselli aramak isterseniz, bir çocukluk resminizi bulun ve dikkatlice bakın. Çekildiği günü düşünün. Bakın göreceksiniz:

“Yoksulduk ya da yoksunduk ama mutluyduk, en azından neşemiz yerindeydi” diyeceksiniz ve geride bıraktığınız yıllarda neleri kaybettiğinizi çok net göreceksiniz.

Mutlu, huzurlu, sağlıklı bir yeni yıl diliyorum.