Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer’le gazeteciliğe aynı günlerde başlamıştık. Uzun süre aynı binada, ama farklı gazetelerde, üstelik rekabet ederek gazetecilik yaptık. Birbirimizi çok atlattık.

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği’nden sonra siyasete girmesine hem üzüldüm hem çok şaşırdım. Üzüldüm, çünkü sektörümüz iyi bir diplomasi muhabirini kaybetti. Şaşırdım, çünkü birbirimize “monşer” diye takıldığımız bir alandan, diplomasi muhabirliğinden siyasete geçecek olan Utku’yu köy köy, sokak sokak dolaşırken, köylülerle hasbihal ederken hayal bile edemedim.

Ne yalan söyleyeyim, beni fena yanılttı. Bir çok meslektaşım siyasete girdi ama hiçbiri Utku kadar yerelde olmadı. Hiçbiri Utku kadar gerçek siyaset yapıp, halkın arasına inemedi. Geçen 6-7 yılda Eskişehir’de ayak basmadık köy bırakmadı. Her hafta yüzlerce Eskişehir köylüsünü de Ankara’ya getirdi.

Gazeteciyken hak haberciliğine de çok vakit ayırdığından, siyasette aynı zamanda iyi bir hak savunucusu oldu Utku.

Yolu cezaevine düşen muhalifleri, kumpas mağdurlarını hiç yalnız bırakmadı. F Tipi cezaevlerinde tecrit altında kalanların, hem ziyaretçisi olup yalnızlığını paylaştı, hem sözcüleri oldu. Çoğu zaman meslektaşlarımızdan, kumpas mağdurlarından Utku sayesinde haber alabildik.

Dünkü gazeteleri okurken bir kez daha “iyi ki varsın Utku” diye düşündüm. Yazdıkları, yayınladıkları bir haber nedeniyle Cezaevinde olan gazeteciler Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Murat Ağırel, Hülya Kılınç, Aydın Keser ve Ferhat Çelik’i ziyaret edip, onların mesajlarını, durumlarını dışarıya ulaştırmıştı. Bu sayede, 24 Haziran’daki duruşmaları öncesinde, hepsinin ağır bir tecrit altında olduğunu, savunma haklarının sistemli bir şekilde ihlal edildiğini öğrenmiş olduk.

Salgın gerekçesiyle aileleriyle açık görüş yapamıyorlardı zaten. Eski arabesk şarkıların vazgeçilmezi, ses geçirmezliğin sembolü “çift camlar”, mahpuslarla ziyaretçileri arasına yeniden girmiş vaziyette. Bu yetmiyormuş gibi avukatlarıyla savunmalarına ilişkin doküman dahi paylaşamıyorlar.

Yine salgın gerekçesiyle hepsi koğuşlara tek başlarına konulmuş. Havalandırma boşluklarında duvar arkasından sohbet edemesinler diye koğuşlarının arasına birer “boş koğuş” bırakılmış.

Yeni Yaşam Gazetesi’nden Aydın Keser, sohbet izni de olmadığı için artık kendi kendine konuşmaya başladığını söylemiş.

Dolandırıcıların, hırsızların, uyuşturucu satıcılarının, kadınları katletmeye kalkışanların, suç örgütü yönetici ve üyelerinin aramıza salındığı şu günlerde gazetecilerin bu insan hakkı ihlaline maruz kalması anlaşılır gibi değil.

Bakın göreceksiniz. Yakın gelecekte, iki insanın yalnızlığına nefes olacak kısa bir sohbete engel olan o boş koğuş ve çift camlar sembol olacak.

Sorumlusu olan siyasetçiler gelecekte, “biz demokratız”, “biz insan haklarına saygılıyız” gibi cümleler kurduklarında ciddiye dahi alınmayacaklar. İçeride kendi kendilerine konuşmaya başlayan gazeteciler ve onların arasına konulan “boş koğuşlar” hatırlatılacak hepsine. “Çift camlardan ses gelmiyordu” denilecek.

Başlarını döndüren, her şeyi yapma, hakaret etme, had bildirme, tehdit etme hakkını kendilerinde görmelerini sağlayan o güçle vedalaştıklarında pişman olacaklar belki ama iş işten geçmiş olacak.

YA İNSANIN HAKKI HUKUKU SAYIN BAŞKAN?


Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, AK Parti’ye ve bir Adli Yıl açılış töreninde kendisini azarlayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yakınlaştığından beri ilginç çıkışlar yapıyor. Son olarak, FETÖ patentli yeni baro düzenlemesi hayata geçirilmesin diye tavır koyması beklenirken, o çıkıp baro seçimlerindeki rakiplerine vurmak, onları hükümete hedef göstermek için “ben devletin menfaatini hukuk çerçevesinde korumakla görevli bir örgütün başkanıyım” dedi.

Adalet sistemimizin “iddia makamı” ve “mahkeme” ayakları zaten devletin yüce menfaatlerini yeterince savunuyor. Bu güç karşısında vatandaşın hakkını, hukukunu savunması gereken bir tek “savunma makamı” kalıyor. Onun temsilcisi de söze insanın, yurttaşın değil devletin yüce menfaatini savunarak başlayınca, geriye ne “adalet” kalıyor ne “hak-hukuk”.

Sayın Başkan, biraz önce anlattığım, içerideki meslektaşlarımızın arasına konulan o boş koğuşların ya da mahpusların avukatlarıyla doküman alışverişi dahi yapamamasının devletin yüce menfaatleri için gerekli olduğunu da savunuyor olabilir misiniz?

Zira daha son birkaç yılda bir kez dahi yurttaşların, insanların menfaatini, hakkını, hukukunu savunurken göremedik sizi.

Yoksa “insanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünü, siyasetçilerden sonra siz de mi unuttunuz?