AK Parti’nin ilk yıllarında şu sloganlar öne çıkmıştı:

“Her şey Türkiye için”, “Türkiye’nin partisi”, “Biz birlikte Türkiye’yiz”, “Büyük millet büyük güç, hedef 2023”.

Bütün bu sloganların ortak özelliği “birleştirici ve bütünleştirici” bir dil kullanılmasıydı.

Bu dil, AK Parti’nin kamuoyundaki algısını “Milli Görüş’ün devamı” olmaktan çıkarıp “farklı eğilimleri birleştiren parti” olarak değiştirmişti.

AK Parti, uzun yıllar boyunca girdiği her seçimde bu algının ekmeğini yedi.

★★★

Her zaman olduğu gibi bugün de kitabın ortasından yazacağım:

AK Parti ve büyük ortağı olduğu Cumhur İttifakı saflarında durum değişti. AK Parti’nin “Farklı eğilimleri bir araya getirme” arayışı, yerini Cumhur İttifakı’nın “mahalleyi bir arada tutma” çabasına bıraktı. Değişik bir “yerli ve milli” anlayışı benimsendi ve mahalleden olmayan dışlanmaya başlandı.

Bu çerçevede sırf karşı mahalle sahipleniyor diye Atatürk gibi, Cumhuriyet gibi, öğretmenlik ve hekimlik meslekleri gibi milletin çok büyük bir kısmının “ortak değer” olarak gördüğü, sahiplendiği kavramlar hedef haline getirilmeye başlandı. “Türkiye’nin partisi”, “Birlikte Türkiye’yiz” gibi eski sloganların hepsi havada kaldı.

Geçen haftadan iki örnek vereceğim:

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Geçmişteki anlaşmaları büyük başarı öyküsü diye ders kitaplarında ilkokulda anlatmaya çalıştılar bizlere ama maalesef işte görüyoruz” dedi.

Lozan Barış Anlaşması’nı kastediyordu. “Adaların silahlanmasını biz engelleyemedik” diyemeyeceği için “Suç Lozan’da” demeye getiriyordu.

Oysa aklı başında bir çok insan, önemli tarihçiler “Lozan Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedidir” der. Devletin önemli kurumları da Türkiye’nin uluslararası hukuktan doğan haklarını savunurken Lozan’a atıfta bulunur.

Geçen hafta ilan edilen yeni ‘NavTex’te Yunanistan’ın Sakız Adası’nda Lozan’ı ihlal ettiği vurgusu da bu yüzdendi.

Merkez sağdan gelen ve ana akım siyasetin önemini çok iyi bilen bir siyasetçi olan Çavuşoğlu’nun marjinal bazı grupların dillendirdiği bir görüşü sahiplenip dillendirmesi, anlaşılması zor bir durum.  12 adaların Osmanlı zamanında İtalyanlara verildiğini unutup Türkiye’nin tapu senedi sayılan Lozan’a ve anlaşmanın mimarları Atatürk ile İsmet İnönü’ye imalı göndermeler yaparsanız, Atatürk’e, İnönü’ye, onların eserine gönülden bağlı insanları nasıl kucaklayabilir, nasıl merkez siyasetçi olabilirsiniz ki?

Büyük ihtimalle O da konumunu koruyabilmek için Cumhur İttifakı’nda ortaya çıkan milliyetçi muhafazakar konjonktüre teslim olmuş.

★★★

Memlekette “şu iş yanlış gidiyor” diyen herkese, iktidar cenahından “hain”, “satılmış”, “dış güçlerin adamı” gibi suçlamalar yöneltiliyor. Bu konuda son örnek Türk Tabipleri Birliği (TTB) konusunda yaşandı. Korona vakaları konusunda verilerin gerçeği yansıtmadığını ortaya koyan, ölen mensuplarını anmak için siyah kurdele eylemi yapan hekimler de aynı suçlamayla karşılaştılar. Cumhur İttifakı’nın özgül ağırlığı yüksek partisi MHP, TTB’yi hedef tahtasına koydu. TTB’nin kapatılması istendi. TTB’ne yöneltilen suçlamaların en hafifi neredeyse “hainlik” oldu. AK Parti de bu isteği alkışladı.

Bu ülkede görev yapan 70 bin hekim, (yani 100 hekimden 80’i) TTB üyesi. Tamamına yakını da idealist hekimler. Ana akım olduğunu, Türkiye’yi kucakladığını iddia eden AK Parti’nin, sırf (vatandaşların zaten yaşayarak gördüğü) salgın verilerindeki çelişkileri dillendirdiler diye hekimlerin hedef olmasını alkışlaması ne kadar anlaşılabilir?

Başımız sıkıştığında, koronadan korktuğumuzda, yolumuz hastaneye düştüğünde, kalbimize damar, damarlarımıza kan, ciğerimize nefes, gözümüze ışık, kulağımıza ses, çocuğumuza şifa beklediğimiz hekimlere bu kadar kolay vurulduğu bir ortamda iktidar nasıl “merkezde” kalabilir?

★★★

Son haftalarda bir milyon öğretmenin maaşına, yargı mensuplarının kararlarına takan siyasetçiler de gördük.

Ancak ben kalan yerimi, CHP’li Enis Berberoğlu’yla ilgili Anayasa Mahkemesi kararına değineceğim. TBMM’de Berberoğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi görüşülürken hukuk bilen, mevzuat bilen herkes “Yapmayın etmeyin, millet yeniden seçti, dönem sonuna dek bekleyin. AYM ihlal kararı verirse geri dönüşü olmayan bir durum ortaya çıkar” demişti.

Denilen oldu ve AYM ihlal kararı verdi.

Şimdi ya TBMM’de yapılan hatadan dönülecek -ki bu da çok zor- ya Anayasa Mahkemesi’nin de dikkat çektiği “milletin iradesi” bir kez daha görmezden gelinecek.

İktidarın kendi bekasını memleketin bekası gibi görmesi, kendisini ülke ve millet için vazgeçilmez sanması, önemli yanlışları beraberinde getiriyor ve iktidar bu yanlışlar yüzünden merkezden dışarıya itiliyor.

Benden söylemesi!