Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, emekli öğretmen Suna Uğur ile konuşurken şöyle diyordu:

“Biz, 1999 depreminden bugüne geldik. Orada, yaşadığımızı biliyorsunuz değil mi, ne yaşadık orada? Öğretmensiniz... Deprem olduktan 2 gün sonra devlet olayın ne olduğunu bile anlayamamıştı. Bugün ne yapıyoruz? Deprem ne zaman oldu? Cuma günü saat 14.51 değil mi? Biz ne zaman müdahil olduk? Dakikalar içinde.”

★★★

Soruyu üzerime alıp o geceyi düşündüm. Yaşadıklarımızı çok iyi biliyorum. Hatta dün gibi hatırlıyorum.

Ankara’daki evimizin dahi beşik gibi sallanması üzerine uyanmıştık. Saat 03:02’yi gösteriyordu.

Ne olduğunu anlamamıştık ama bir yerlerde büyük bir deprem yaşandığını tahmin etmiştik. Gazetedeki yöneticilerimizle konuşmayı beklemeden gazetede toplanmıştık.

O saatte hiçbir yerden sağlıklı haber alınamıyordu.

Bolu’ya doğru yola çıktık. Yıkılan köyler vardı ama biz merkezi bulmak için ilerliyorduk. İzmit’e yaklaşırken gün ağarmıştı. Yıkımın büyüklüğü çıplak gözle görülüyordu. Bolu’dan, Düzce’den, İstanbul/Avcılar’a kadar uzanan, İzmit’i, Gölcük’ü, Yalova’yı yerle bir eden, kısacası çok geniş bir coğrafyayı etkileyen çok şiddetli bir depremdi. Yollar kapanmış, herkes yakınlarına ulaşmaya çalıştığından iletişim sistemi çökmüştü.

Her şeyden önemlisi, 7.4 şiddetindeki depremin yaşandığı bölgede devlet de dahil herkes enkazın altında kalmıştı. Geçtiğimiz yerlerde kurtulanlar başlarının çaresine bakmaya, kendi imkanlarıyla yıkık dökük binalardan yakınlarını kurtarmaya çalışıyordu. Manzara tek kelimeyle “korkunçtu”.

Emin olun, Marmara Depremi, biz gazeteciler için de “kurtarma çalışmasına mı katılırsın, habercilik mi yaparsın” ikileminin en çok yaşandığı olaydı.

Zamanla yarışıldığından, her dokunuş bir hayat kurtaracağından birçok meslektaşımız kamerasını, fotoğraf makinasını bırakıp, hayat kurtarma çalışmalarına aktif olarak katılmak zorunda kalmıştı.

★★★

1999’daki Marmara Depremi’nde resmi rakamlara göre 133 bin 683 bina çökmüştü. Yani İzmir’deki Rıza Bey Apartmanı gibi 133 bin 683 enkaz vardı.

Sadece Veli Göçer isimli müteahhidin Yalova/Çınarcık’ta yaptığı iki sitede yerle bir olan binalarda 195 kişi ölmüştü.

Bir dönem AFAD Başkanlığı da yapmış Cumhurbaşkanı Yardımcısı Oktay şimdi küçük bir hesap yapsın:

133 bin 683 enkazın her birinde sadece bir kişi çalışsa 133 bin 683 arama kurtarma görevlisi gerekirdi değil mi? Oysa sadece Rıza Bey Apartmanı’nın enkazında 50’den fazla arama kurtarma personeli çalışıyordu değil mi?

1999’daki ikinci nesil iletişim teknolojisiyle bugünkünü dördüncü neslin imkanlarını karşılaştırmasını dahi beklemiyorum.

133 bin 683 enkazda arama kurtarma faaliyetleri için gereken görevlilerin sayısını, yaklaşık 450 bin oturulamaz hale gelmiş binada yaşayan insanların barınma, beslenme ihtiyaçlarının büyüklüğünü düşünsün.

Şimdi şu soruları sorsun kendisine:

“Aradan geçen 21 yılda aynı acılar tekrarlanmasın diye ne yapmışız?”

“Deprem için toplanan 71 Milyar Lira vergi nereye gitmiş?”

“Geçen 21 yılda İstanbul’da ve diğer deprem riski olan kentlerde yıkılabilecek bina sayısını ne kadar azaltmışız?”

★★★

Sayın Oktay, hükümetiniz, deprem bölgesindeki belediyeleri yok sayarak, görmezden gelerek zaten “aşırı doz siyaset” yapıyordu.

Sizin deprem mağduru Suna Öğretmen’e söyledikleriniz de işin tuzu biberi oldu Neyse ki iki mucize yaşandı. Elif Bebek 65. saatte, Ayda Bebek 91. saatte kurtarılınca hep beraber “umut var” dedik.

Neyse ki ayrımcı siyaset değil, yaşam kazandı!

Şimdi siyaseti bırakıp Elif ve Ayda bebekler için hep beraber güvenli bir gelecek hazırlama zamanı.

Hadi görelim sizi!