Bu haftanın yarısını Ege’de geçirdim.

Önce büyük şairimiz Nazım Hikmet’i 118. doğum gününde anmak için Bodrum’a gittim. Araştırmacı Yazar arkadaşım Ali Haydar Fırat ile birlikte, sırf komünistti diye “vatan hainliği” etiketi yapıştırılmak istenen Nazım’ın nasıl bir “vatansever” olduğunu anlatmaya çalıştık. Bodrum’un gerçek sakinlerinin Nazım sevgisini görmek beni çok mutlu etti.

★★★

Daha sonra, Efeler Belediye Başkanı Fatih Atay’ın davetiyle Bodrum’dan Aydın’a geçtim. Yolda yerel medyayı kontrol ederken Didim’de bir hareketlilik olduğunu fark ettim. Didimliler, Akköy Mahallesi’nde kurulmak istenen balık çiftliklerine karşı çıkıyorlardı ve Çevresel Etki Değerlendirme toplantısı yapmak isteyen firma yetkililerine izin vermiyorlardı.

Didimlilere CHP Milletvekili Hüseyin Yıldız ile Didim Belediye Başkanı Ahmet Deniz Atabay, balık çiftliği kurmak isteyen firma yetkililerine ise Jandarma birliği destek veriyordu.

Bir ara ortalık karışmıştı. Didimliler çok kararlı görünüyordu. Jandarma timi ise müdahaleye hazır görünüyordu. İtiş kakış başlayınca jandarma timinin başındaki komutan, yakasına yapışarak Hüseyin Yıldız’ı itmeye başladı. Jandarma komutanının tutumuna bakılırsa, milletvekili için “gözaltına alın” emri vermesi işten bile değildi. Bir askerin, bir milletvekilinin yakasına yapışıp itmeye çalışması, gerçekten 21. Yüzyıl Türkiye’sine yakışmayan içler acısı bir fotoğraftı.

Sonuçta Didimliler galip geldi ve o toplantıyı yaptırmadı.

★★★

Aydın’a varınca Fatih Atay’la buluştuk. Bir süre sohbet ettik. Aydın’a gelmişken Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nu -namı diğer- “Topuklu Efe”yi görmemek olmazdı. Birlikte Özlem Hanım’la buluştuk. Kendilerine Didim’deki eylemi sordum. İkisi de Aydınlıların çevre sorunlarıyla ilgili duyarlılığına dikkat çektiler. Başkan Atay, kendilerinin de Aydın Ovası’ndaki jeotermal santralları nedeniyle sıkıntı yaşadıklarını vurguladı.

Çerçioğlu, sorunun jeotermal santrallarının, Hidrojen Sülfür başta olmak üzere yaydıkları zehirli gazlar olduğunu ve bu gazların Aydın genelini etkilemeye başladığını anlattı.

AFAD ve Büyükşehir Belediyesi’nin Hidrojen Sülfür gazı ölçüm sonuçlarını istedim. En fazla 100 olması gereken değerlerin 1100 civarında çıktığını görünce, kimya okumuş biri olarak ister istemez “Bu değerlerde şehir çürük yumurta kokar” dedim.

Çerçioğlu, “evet zaman zaman kokuyor ve vatandaşların şikayetinden çağrı merkezimiz kilitleniyor” karşılığını verdi.

Ardından kokunun yoğun olduğu, vatandaşların şikayet ettiği bir gün AFAD ekipleri inceleme yapmış ve çalışma videoya kaydedilmiş. Videoyu izledim. Ölçüm cihazları yüksek rakamlar nedeniyle adeta (Aydınlıların deyişiyle) “ciyak ciyak” ötüyordu.

Aydın Ovası’nda 28 jeotermal santral projesi varmış. 22’si devreye girmiş. Bazı projelere vatandaşlar geçit vermemiş. Kızılcaköy’ün kadınları da bir yıldır Didimlilerin balık çiftliklerine karşı direndiği gibi direniyormuş.

Çok merak ettim ve gözümle görmek istedim.

Sağolsun, Aydın Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Ertuğrul Yamen eşlik etti ve santrallardan bazılarının olduğu bir bölgeye gittik.

Gerçekten şok oldum.

Egenin en verimli tarım alanları santral çiftliğine dönmüş.

Zehirli gazlar yetmiyormuş gibi jeotermal suları çıkarırken oluşan sıcak çamurlar, DSİ’nin sulama kanallarına akıtılmaya başlanmış.

Bakın buraya not düşüyorum, yakın gelecekte Aydın Ovası’nda yetişen incir, zeytin, domates, enginar gibi ürünlerin çoğunda zehirli atıklarla karşılaşırsanız şaşırmayın.

Elbette enerjiye ihtiyacımız var. Buna kimse itiraz edemez.

Ancak bu santralların çevreye olumsuz etkisini yok etmek için gerekli önlemler alınmazsa, Efeler Diyarı Aydın bundan tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük zarar görecek. Benim naçizane önerim:

“Gereken tedbirleri alın, efeleri dinleyin, kızdırmayın!”

Kitap toplatan ülke!


12 Eylül askeri darbesi denilince aklıma gelen ilk şey, yakılan, suya dökülen, toprağa gömülen kitaplardır. Selahattin Demirtaş’ın bir ara uzun süre “en çok satanlar” listelerinde ilk sırada duran kitabının toplatılacağını duyunca, “eyvah” dedim. İster terörle ilişkilendirilip hainlikle suçlansın, ister iltisaklı ilan edilsin, 3Y’yle (yolsuzluk, yasaklar ve yoksulluk) mücadele vaadiyle iktidara gelen bir hükümetin, bir kitabı yasaklaması, bu yasağı savunmak zorunda kalması gerçekten siyaseten büyük bir yanlış. Beş yıl sonra bu yasağı nasıl anacağız merak ediyorum.