“Nisan ayı bütçe istatistikleri açıklandı. Merkezi yönetim bütçesi, nisanda 43,2 milyar TL, ocak-nisan döneminde 72.8 milyar TL açık verdi. Bütçe nisan 2019’da 18.3 milyar TL açık vermişti. Nisan 2020’de geçen senenin aynı ayına göre bütçe açığındaki artış oranı yüzde 136 oldu.”

Bu paragrafı gazetemiz SÖZCÜ’nün dünkü ekonomi haberinden aldım. Çok iyi biliyorum ki bu tablo buzdağının sadece ucu. Suyun altında resmi rakamlara göre dahi büyük bir işsizlik, hayat pahalılığı var. Döviz kurlarındaki anormal artış, hâlâ yüksek sayılabilecek faizler, kamu gücünü elinde tutanların amansız israfı da o dağın sadece bir bölümü. Gitmediğimiz hastaneye, geçmediğimiz köprüye, görmediğimiz havaalanına vergilerimizden ödenen “garanti ücretleri” de cabası. Hepsinden önemlisi, kapanan işletmeler, boş kalan tarlalar/ahırlar, korona belasından hızlı yayılan Fakirlik!

İtiraf edeyim, bilmiyordum.

Yoksul ailelerin devletin sosyal yardımlarını bir “Fakirlik Vesikası” ile alabildiğini, önceki gün muhtarlıkta karşıma çıkan matbu Fakirlik Kağıdı destesi sayesinde öğrenmiş oldum.

Kağıdın en üstünde düzenleyen kurumun künyesi var:

T.C., il, ilçe, mahalle.

Peşi sıra “Fakir”in kimlik bilgileri ve şu metin:

“Mahallemizin .... Caddesi .... Sokağında, ... nolu apartman ... nolu dairede oturan ....., ../../... tarihinden beri mahallemizde oturduğu, ancak YARDIM SURETİ ile geçindiğini, aynı zamanda fakir ve yardıma muhtaç bulunduğunu bildirmek üzere iş bu ilmühaber kendi isteği ve beyanı üzerine verilmiştir.”

En altta ise mahalle muhtarının imzası yer alıyor. Sadece elime aldığım destede 20 başvuru vardı. 20 aile, 20 hayat.

Nasıl bir çaresizlik ki bir insan başlığı Fakirlik Kağıdı olan bir belgeye ismini, soyadını yazdırmak ister?

Hadi AK Parti öncesindeki bütün hükümetler beceriksizdi, üç koyun bile güdemezlerdi. Ya yolsuzluğu, yasakları ve yoksulluğu (3Y) bitirmek üzere iktidara gelen AK Parti’nin 18. iktidar yılında bunca “Fakirlik Kağıdı” ne?

Kim bilir binlerce muhtarlıkta kaç tane Fakirlik Kağıdı vardır.

Peki sözünü ettiğim o buzdağını, bu fakirlik kağıtlarını konuşmamız gerekirken, hükümetin propaganda gücü ve muhalefetin beceriksizliği sayesinde biz neyi konuşuyoruz?

“Ekonomimiz uçuşa geçti”

“HDP ile İYİ Parti görüştü?”

“HDP PKK ile bağını kessin”

“CHP Darbe mi istiyor?”

“Atatürk’ün İş Bankası’ndaki hisseleri Hazine’ye devredilsin!”

“Halka yardım dağıtan belediyeler paralel yapı mı kuruyor? Devlet içinde devlet mi oluyor?”

O vesikaları gördükten sonra ne zaman bir iktidar mensubundan bu yapay gündem maddelerini duyacak olsam dilime Orhan Veli’nin şiirinden bir satır takılıyor:

“Geç bunları anam babam, geç bunları!”

Gelir ENSAR’cı başkana gidiyor


Hükümetin propaganda gücü gerçekten acayip. İşin aslını bilmeseniz, sırf onları dinleseniz, CHP’nin İş Bankası’ndaki hisseleriyle muhteşem gelirler elde ettiğine inanırsınız. CHP’yi İş Bankası Yönetim Kurulu’nda temsil eden Murat Karayalçın’la sohbetimizde çok faydalı bir özet yaptı. Karayalçın, CHP’ye tek kuruş gitmediği için “ticari faaliyet” kılıfının tutmayacağını, bu işin ancak zoralımla –kamulaştırmayla- yapılabileceğini, onun da 1963’teki Anayasa Mahkemesi kararında olduğu gibi er ya da geç yargıdan döneceğine dikkat çekti. Konuştuklarımızdan anladığım işin aslı şu:

“İş Bankası’nın hisselerinin yüzde 28’i Atatürk’e ait. Geri kalanı da herhangi bir kişiye ya da şirkete değil, kurumsal olarak bankaya, yani banka çalışanlarına. Atatürk bütün mirasını devlete bırakmışken İş Bankası hisselerini CHP’ye emanet etmiş ve gelirlerinin de Dil Kurumu ile Tarih Kurumu’na aktarılmasını vasiyet etmiş. Bankanın kârından Atatürk’ün hissesine düşen para doğrudan bu iki kuruma aktarılıyor. CHP’ye ise tek kuruş gitmiyor.”

Anlayacağınız Atatürk’ün hissesinden gelen parayı harcama yetkisi, şu anda –ne yazık ki- Atatürk’ten haz etmediğini saklamayan, Ensar Vakfı kökenli başkanda. Bu hisselerin kamulaştırılması ya da Hazine’ye devredilmesi de hem özel hukuka, hem miras hukukuna açık bir şekilde aykırı.

AK Parti bunları bildiği halde neden bu konuyu temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp karşımıza getiriyor? Böyle bir küresel ekonomik kriz ortamında dünyadaki binlerce banka arasında 103. sırada yer alan milli bir serveti neden hedef haline getiriyor, zayıflatmaya çalışıyor?

Anlayan beri gelsin!