Birkaç gündür gazetelerde “İranlı uyuşturucu baronu” Naci Şerif Zindaşti’nin serbest kalma süreci haber oluyor.

Tahliye kararı veren hakim, soruşturmayı yürüten savcı, herkes konuşmuş. Hepsinin ortak görüşü şu:

“AK Partili Prof. Kuzu dosyayı bildiğini anlatıp bize baskı yaptı.”

Bu görüş Hakimler Savcılar Kurulu’nun müfettiş raporlarına da yansımış vaziyette.

Hakimler Savcılar Kurulu’nun ilgili dairesi de rapor önüne gelir gelmez iki hakim ile ilgili soruşturma yapıyor ve Zindaşti’yi serbest bırakan Hakimi açığa alıyor. Soruşturma savcısı tahliye kararına direndiği için zaten sorun yok.

Konuyla ilgili dosya İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiş.

Büyük ihtimalle yakında ilgili hakimin Yargıtay’da yargılanmasına başlanacak.

İşin yargı mensuplarıyla ilgili boyutunda bunlar olurken insan ister istemez Burhan Hoca ile ilgili iddialar konusunda da gelişme bekliyor.

Ya bu ifadeleri veren hakim savcılar Burhan Hoca’ya iftira ediyor ya da Burhan Hoca gerçekten işin içinde.

Telefon görüşmeleri, HTS kayıtları, buluşmalar vs tespit edilmeyecek şeyler değil. En azından Burhan Hoca’ya bu iddialar sorulursa kendisinin penceresinden olayın nasıl göründüğü ortaya çıkar.

Fakat heyhat!

Ne Burhan Hoca konuşuyor ne hükümet.

Ne de gereği yapılıyor.

Kendisini aradım ama ulaşamadım.

Ulaşsaydım kendisine “Burhan Hocam, sizin yerinize bir gariban vatandaşın ismi geçse şimdi ne olmuştu?” diye soracaktım.

SİYASİ AYAK!


CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 11 Şubat 2020 Salı günü FETÖ’nün siyasi ayağını açıklayacağını duyurmuştu.

Canlı canlı dinlemeye karar verdim ve dün TBMM’ye gittim.

Muhabir arkadaşlar grup salonunda, hala gazetecilik aşkıyla yanıp tutuşan bir kaç “dinozor gazeteci” de kuliste Kılıçdaroğlu’nu dinliyordu.

Konuşma bittiğinde hem CHP’lilerin hem gazetecilerin “nasıl buldun” sorusuna muhatap oldum.

Hepsine “hatırlatıcı bir konuşmaydı” karşılığını verdim.

Böyle düşünüyordum, çünkü ilk defa duyduğum hiçbir şey yoktu.

Anlatılanların çoğunu gazeteci olarak takip etmiştim.

Evet, yakın tarihimizde, yani AK Parti iktidarı döneminde atılan adımlardan FETÖ’nün işine yarayanlar derlenmişti. Yargıya (Yargıtay’a Danıştay’a), TSK’ya (Askeri liselere, Harp Okullarına, kritik karargahlara)  ve Emniyete yerleşmelerinin önünü açan yasal düzenlemeler sıralanmıştı. Hepimizin malumu olan 2004 tarihli MGK raporu, Ergenekon, Balyoz gibi kumpas davaları anımsatılmıştı.

Kılıçdaroğlu, siyasi ayağın “FETÖ’nün devlete yerleşmesini sağlayan güç” olduğunu söyleyip, parmağıyla da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı işaret ediyordu.

Erdoğan da bugün TBMM’de grup toplantısı yapacak.

Muhtemelen o da Kılıçdaroğlu’nun dikkat çektiği adımları görmezden gelip, fotoğrafın kendi lehine olan tarafını anlatacak.

Kılıçdaroğlu’na büyük ihtimalle “Bay Kemal, madem bunları bu kadar tehlikeli  buluyordunuz, geçmişte bizi o kadar uyardınız, peki biz mücadele etmeye başladıktan sonra neden onlara destek oldunuz? Neden gazetelerinin önünde ‘düşünce özgürlüğü’ diyerek eylemlere destek oldunuz?” sorusunu yöneltecek.

Erdoğan belki de “Sen de bile bile Urla Belediye Başkanı’nı yerleştirdin” diyecek ya da hükümete yakın medyanın zaman zaman CHP ile FETÖ arasındaki ilişkiyi gösterdiği iddiasıyla ileri sürdüğü olayları sıralayacak.

★★★

Anlayacağınız, dün, bugün işin sonunda Kılıçdaroğlu ve Erdoğan karşılıklı birbirlerini suçlayıp ama aynı zamanda kendilerini temize çekmiş olacaklar.

Bu kısır döngü içinde “FETÖ’yle mücadele” siyasetçilerin birbirlerini hedef alırken kullandığı bir enstrüman olmanın ötesine geçmeyecek.

Biz vatandaşlar ise bu tartışmadan yine faydalı bir sonuç elde edemeyeceğiz.