Tam olarak yılı hatırlamıyorum. 1980’li yılların sonlarıydı. Adliyesi Hükümet konağının giriş katında olan küçük ilçemizde, yaşları 14-18 arasında değişen bir grup genç, savcının küçük odasında iki grup olarak kümelenmişti. Hepsinin başı öne eğikti. İki grup da bir süre önce yaşadıkları kavganın faturasını birbirlerine kesiyordu.

Ortada bir de suç aleti vardı: Gençlerin “cop” dediği etrafına tel sarılmış küçük bir değnek.

Hiçbiri suç aletini sahiplenmiyordu.

Hükümet konağı binasında otoriter yanından ödün vermeyen, ama o binadan çıktıktan sonra halkın arasına karışan 50’li yaşlardaki savcı, babacan bir tavırla hepsini tek tek dinledi. Ardından gençlere nasihat çekti ve sesini biraz yükselterek, “hadi şimdi gidin bakalım, bir daha gelirseniz hepinizi içeri attırırım” dedi. Çocuklar kavga ettikleri arkadaşlarına “sen görürsün” der gibi baka baka salondan çıkmaya başladı.

Biraz önce sert bir ses tonuyla nasihat çeken savcı biraz da gülerek çocukların arkasından “şu değneği de sahibi alsın” diye seslendi.

O sırada yaşı da boyu da küçük olduğu için bu tür kavgalarda sürekli dayak yiyen M., annesinin elinden kaçarak içeri yöneldi. Annesi çekiştirince de “dur ana, copumu alayım” dedi.

Savcı da dahil herkes kahkaha atmaya başlamıştı. 45 dakikadır kimsenin üstlenmediği copun M.’a ait olduğu ortaya çıkmıştı.

“Küçüğüm diye hep dayak yiyorum. Kendimi savunmak için yaptım” diyerek durumu meşrulaştırmaya çalışan M, savcının “işte bulduk sahibini” sözlerini duyunca panik olmuştu. Annesinin, “saf oğlum, hapse mi atılmak istiyorsun” dedikten sonra ensesine indirdiği şaplağı yiyince sakinleşti.

Sonuç değişmedi tabii. Gençlerin, adliye binasına girerken yaşadıkları korku, savcının babacan tavırları ve ince zekası nedeniyle yerini büyük bir saygıya ve güvene bırakmıştı.

O günden sonra ideal yargı mensubu profilim o savcı oldu hep.

★★★

İstanbul’dan Ankara’ya dönerken göz attığım “Adalet Mantığı ve Hüküm Verme Sanatı” isimli kitap da bana o savcıyı anımsattı.

Fransız hukukçu Fabreguettes’in 1914’te yazdığı kitap, 1945’te Türkçe’ye çevrilmiş. Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi de o Türkçe baskının tıpkı basımını yapmış.

Mantığın aklımızı gerçeği araştırmaya sevk etmeyi öğrettiğine dikkat çeken Fabreguettes, “iyi bir adliyeci” başlığı altında ise yargı mensuplarında olması gereken özelliklere dikkat çekmiş.

O bölümden bana gençlik yıllarımızdaki savcıyı anımsatan bazı özellikleri sizin için seçtim:

- Adli konularda kendisinde mevcut olan adalet hissini, hukuk ilmi ile birleştirebilmelidir.

- Kendilerinde bulunması mecburi olan esaslı özelliklerden birisi ‘idrak’ yeteneğidir.

- Her şeyden önce insan olmalıdır.

- Kavrayışı geniş biri olmak zorundadır. Esas olanın muhakeme edilecek olayın kendisi olduğunu unutmamalıdır.

- Yüksek felsefeye yabancı olmamalıdır.

- Hukuk fakültelerinde öğretilmeyen, ancak insanı, fiziki ve manevi bakımdan araştıran başka bir ilimle ilgilenmelidir.

- Çalışkan olmalıdır.

- Katıksız bir hukuk teorisyeni olarak kalmamalı, sosyal hayata karışmalı, yaşadığı toplumu tanımalıdır.

- Adliye dışında adliyeci olduğunu çok fazla hissettirmemeye, adliyede ise bu sıfatını tamamıyla unutmamaya çalışmalıdır.

- Kıyas ve delil toplama işinde psikiyatrist gibi davranmalıdır. Özellikle de çocukların ruh durumuyla meşgul olmalılar.

Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, kitapla ilgili sunum yazısını “hukuk dünyamıza katkılar sağlamasını temenni ediyorum” ifadesiyle bitirmiş.

Dilerim bu kitabı başta partileri ve liderleri bağımlılık derecesinde seven ve her şeyin üzerinde tutanlar başta olmak üzere bütün yargı mensupları okur ve önerileri içselleştirir. İşte o zaman bizim de vatandaşlar olarak adalete olan umudumuz ve inancımız yeniden yeşerir.

O çocukları yakarken hiç acımamıştı!


Adalet demişken, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Sivas katliamı sanıklarından Ahmet Turan Kılıç’ın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını özel bir kararla kaldırdı.

Katliamın sorumlularıyla ilgili lakayt yargılama süreci zaten vicdanlarda büyük yaralar açmıştı. Bu karar, o yaraları yeniden kanattığı gibi katliamla ilgili adalet umudunu da tamamen bitirmiş oldu.

“Yaşlı dede” diye masumlaştırılmaya ve hakkında “acıma hissi” yaratılmaya çalışılan şahsın bir katil olduğunu, aralarında çocukların da olduğu 33 kişiyi diri diri yakarken hiç acımadığını unutmamak gerek.

Aynı ya da daha kötü durumda olan onlarca mahkum dururken o katilin seçilerek affedilmesi, sağlık gerekçesinin inandırıcılığını ortadan kaldırıyor. Bu karar başta mağdurların aileleri olmak üzere ülkenin önemli bir bölümünü çok incitti. Farkında değil misiniz?