28 Şubat 2011 günüydü. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan (o tarihte Başbakan’dı), Almanya’da “Türk Alman Ekonomi Kongresi”nde konuşuyordu. Libya karışıktı ve NATO müdahale planlıyordu. Şunları söyledi Erdoğan:

“Libya halkının cezalandırılması anlamına gelecek her türlü yaptırım ve müdahale büyük ve kabul edilemez sıkıntılara sebep olabilir. Şimdi bize basın mensupları soruyor, çok enteresan! NATO Libya’ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO’nun ne işi var Libya’da? Bakın Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez.”

NATO’nun ikinci büyük askeri gücünün Libya operasyonuna karşı çıkması çok önemli bir gelişmeydi ve haliyle “acil” koduyla haberleştiriliyordu.

Erdoğan tavrını bir süre daha devam ettirdi ve 14 Mart 2011 günü de şu cümleyi kurdu:

“Libya’ya yapılacak bir askeri operasyonu son derece faydasız görüyoruz. Faydasız olmanın ötesinde tehlikeli sonuçlar doğurabileceği kaygısını taşıyoruz.”

Üç gün sonra, 17 Mart’ta, BM Güvenlik Konseyi, Libya’ya uygulanacak ambargoları içeren 1973 sayılı kararı aldı. Bu kararla birlikte Erdoğan’ın tavrı da değişmeye başladı.

20 Mart’ta “Kaddafi gitmeli mi” sorusuna “O aşama çoktan geçildi” yanıtını veren Erdoğan, 21 Mart’ta, NATO müdahalesi konusunda şunları söylüyordu:

“NATO’nun devreye girmesi söz konusudur. NATO devreye girecekse bizim şartlarımız var.”

22 Mart günü NATO Sözcüsü, Libya’ya uygulanacak ambargoyu denetleyecek NATO gücüne Türkiye’nin 5 savaş gemisi ve 1 denizaltı ile katılacağını açıkladı. Üstelik operasyonun komuta merkezi İzmir’deki NATO karargahı olmuştu.

24 Mart günü NATO Libya hava sahasını kontrol etmeye başlamıştı.

Neticede ABD, Fransa ve İngiltere’ye ait uçaklar 30 Mayıs’a dek Libya’ya 3 bin 400 sorti yaptı.

Ekim 2011’e gelindiğinde muhalif bir grup Kaddafi’yi linç edip öldürmüştü. O günden sonra operasyonlar yoğunlaştı ve  NATO’nun Libya’ya yaptığı saldırı amaçlı sorti sayısı 9 bin 500’e ulaştı. Sonrası malum.

★★★

Aradan yaklaşık 9 yıl geçti. Erdoğan, sonradan değiştirdiği ilk tavrında haklı çıktı. Libya’ya istikrar gelmedi. Tersine NATO müdahalesi ve Kaddafi’nin ölümü, ülkeye iç savaş getirdi. Ülkenin büyük bölümü ABD’nin, Rusya’nın, Suudi Arabistan’ın ve Mısır’ın el altından desteklediği General Halife Hafter’in kontrolüne geçti. Türkiye ise Hafter’in hedef aldığı Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin yanında yer aldı. Son tezkere ile mutabakat hükümetine destek amaçlı asker gönderme kararı alındı.

Hükümetin bu kararını eleştiren muhalefet, “taraf olmayın, arabulucu olun” çağrısı yaptı. Erdoğan, 5 Ocak 2020 günü CNN Türk’teki söyleşide, muhalefetin eleştirisine yanıt verirken, bir kez daha net bir tavır sergiledi ve “Bir tarafta darbeci var, bir tarafta meşru hükümet var. Meşru hükümetle darbeci arasında arabulucu olunur mu?” dedi.

Erdoğan’ın bu net tavrının, Wagner isimli paralı askerler ile Hafter’i destekleyen Putin’in Türkiye ziyaretini sıkıntılı hale getireceği yorumlarına neden oldu. Ancak, 8 Ocak günü İstanbul’a gelen Putin ile Erdoğan arasında beklenen gerilim yaşanmadı. Aksine iki lider şu ortak açıklamayı yaptı:

“Mevcut kritik şartlar altında ve ilgili BMGK kararlarının ortaya koyduğu amaçlar ışığında inisiyatif almaya karar verdik. Bu çerçevede, arabulucular olarak, Libya’daki tüm taraflara çatışmaları 12 Ocak günü saat 00.00 itibarıyla durdurmak, sahada istikrarın sağlanması ve Trablus ile diğer şehirlerde günlük hayatın normalleştirilmesi için gereken önlemlerle desteklenen sürdürülebilir bir ateşkes ilan etmek, Libya halkının acılarına son vermek ve ülkeye barış ve refahı yeniden getirmek için derhal bir müzakere masasının etrafında bir araya gelme çağrısında bulunuyoruz.”

Libya’daki taraflardan biri darbeci Hafter’di ve Türkiye, kendisini Rusya ile birlikte “arabulucular” olarak adlandırmıştı.

9 yıl sonra yine Libya, yine Erdoğan’ın tavır değişikliği.

Gördüğünüz gibi, Libya meselesi tekerrürden ibarettir.