“Siyaset” sözcüğünün sözlük anlamı şudur:

“Yurt ve devlet işleriyle ilgili anlayış, görüş, tutulacak yol ve yöntem.”

Yurt ve devlet işleriyle ilgilenen, bu alanda görevler üstlenen, bir anlayışı, görüşü ve yöntemi hakim kılmaya çalışan, tuttuğu yolu başkalarına da yol olarak gösteren kişiye de “siyasetçi” denir.

Denge ve denetim organlarının iyi çalıştığı, güçler ayrılığının işlediği demokratik ülkelerde dünyanın en zor işlerinden biridir siyaset.

“Siyasetçi” için hem çok getirisi yoktur, hem sürekli bir hedef tahtasında olma durumu yaratır.

“İdeal” ülkelerde ve tabi “teoride” siyasetçinin en büyük görevi “mutlu bir toplum” yaratmak için gerekli ekonomik, sosyal, kültürel koşulları hazırlamak, bir başka deyişle, halkı mutlu etmektir.

★★★

Bizim gibi ülkelerde ise siyasetle uğraşmak, eğer “iktidardaysanız” çok avantajlı bir durumdur. Patronlar, bürokratlar, gazeteciler, herkes ama herkes etrafınızda pervanedir.

O kadar avantajlı bir durumdur ki “bal tutan parmağını yalar”, “çalıyor ama çalışıyor”, “siyasi tavassut”, “siyasi tanıdığın varsa her şey hallolur” gibi deyim ve kavramlar, bizim gibi ülkelerde çok yaygın duyulur.

Ne yazık ki siyasi güç, bir noktadan sonra öyle bir hal alır ki bürokratların, patronların, gazetecilerin, alt düzey siyasetçilerin, “lider siyasetçiyi” her daim mutlu etmek dışında bir gayesi kalmaz.

Devletin adamları da siyasi partinin neferleri de lideri mutlu etmek için seferber olur.

Lideri üzecek rakamlar saklanır.

Hiçbir eleştiri dillendirilmez, dillendirilirse susturulur.

Hoşa gidecek veriler sık sık açıklanır.

En çok “müjde” sözcüğü kullanılır. Kötü haberler mümkün olduğunca saklanır.

Rakamları eğip bükmede kimse beis görmez.

Her hatip, ilgili ilgisiz her konuşmasında liderin ismini anar: “Sayın liderimizin güçlü liderliğinde”, “sayın liderimizin takdirleriyle”, “sayın liderimizin azim ve kararlılığıyla”, “Sayın liderimizin hoşgörüsüyle”...

Bunlar yapılırken de göz ucuyla lidere bakılır.

“Gülümsedi mi acaba?”

“Takdir etti mi?”

“Terfi alır mıyım?”

★★★

30 Ağustos 2020’de Büyük Zafer’in 98. ve 29 Ekim 2020’de Cumhuriyet’imizin kuruluşunun 97. yıl dönümünde Anıtkabir’de yaşananlar da bunun örneğiydi maalesef.

İkidir, Anıtkabir’in avlusuna önceden hazırlanmış listeyle; bir Cumhurbaşkanlığı, bir AK Parti görevlisinin yönlendirmesiyle bir grup alınıyor. O iki kişi grubun her ferdine duracakları yeri, nasıl davranacaklarını sıkı sıkı tembihliyor.

Solcuların, laiklerin cenaze törenlerinde ve mezarlıklarda alkış tutmasını eleştiren muhafazakarlarımız, Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün mezarlarının olduğu bir ortamda alkıştan da slogandan da geri durmuyor.

Erdoğan mozole binasından çıkınca başlıyor alkışlar ve sloganlar: “Recep Tayyip Erdoğan”, “Reis Seninleyiz”, “Reis dik dur eğilme”...

Erdoğan, Anıtkabir Özel Defteri’ni imzalamak üzere kuleye doğru yönelirken, kalabalığın arasından biri şu tespiti yapıyor:

“El salladı, hoşuna gitti.”

Erdoğan, Anıtkabir’den ayrılınca, Anıtkabir avlusunda alkış ve slogan nöbetinde olan o insanlar da ayrıldı.

Hepsinin yüzünde “Reis’in kendilerine el sallamasının ve Reis’i mutlu edebilmenin mutluluğu” ve otobüsü kaçırmama telaşı vardı.

Bir tanesi dahi “ya gelmişken Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün mozolesine gidip bir Fatiha okuyayım” demiyor.

★★★

Bir siyasi liderin ekibi için o liderin mutluluğu, sevinci, halkın mutluluğunun, sevincinin önüne geçmişse, o ülkede birçok şey iyi gitmiyor demektir.

Nereden mi biliyorum?

Bu durumu yaşayan ilk ülke Türkiye değil.

Son ülke de olmayacak.