Varto, Erzincan, Dinar, Van, Marmara, Bolu, Elazığ depremleri gibi İzmir depremi de bir kez daha ortaya çıkardı:

Biz millet ve devlet olarak sadece konuşuyoruz.

-En iyi tespiti biz yapıyoruz.

Fayların aktif, inşaatların çürük, zemlerin kaygan, toplanma alanlarının yok olduğuna dair onlarca cümle kuruyoruz.

Örneğin, “Deprem ülkesiyiz, Japonlar gibi depremle yaşamayı öğrenmeliyiz” diyoruz.

Ekranları dolduran uzmanlar, depremin değil, çürük binaların, kaygan zeminlerin ve tedbirsizliğin öldürdüğünü anlatıp duruyor bıkmadan usanmadan.

-En iyi soruyu da biz soruyoruz.

“Bu ruhsatlar nasıl verildi?”, “Nerede bu deprem paraları? “Nereye harcadınız 71 milyar lirayı?”, “Kentsel dönüşüm niye yapılamıyor?”, “İstanbul büyük depreme hazır mı?” “Ya bu deprem İstanbul’da olsaydı?” gibi soruları art arda sıralıyoruz.

-Yaraları da en hızlı biz sarıyoruz.

Kurtarma ekiplerimiz, arama köpeklerimiz, yardım kuruluşlarımız, çadırlarımız, aşevlerimiz, devletimiz hızla bölgeye intikal ediyor.

Liderlerimiz vakit kaybetmeden yıkılan binaların yerine yenilerinin yapılacağını, yeni evler yapılana dek insanlara kira yardımı yapılacağını ilan ediyorlar.

★★★

Peki sonunda ne oluyor?

Hiçbir şey!

Ne tespitlerimiz ne sorularımız sonuç getiriyor.

Enkazlar kaldırıldığı andan itibaren, bir sonraki deprem felaketine kadar her şeyi unutuyoruz. Sosyal medyada paylaştığımız duygu dolu dayanışma mesajları sonlanıyor.

Altında onlarca canın kaldığı binalar da ölüp giden insanlarımız da rakamlara dönüşüyorlar. “17 bina yıkıldı, ölü sayısı 58’e çıktı” deyip geçiştiriyoruz.

Oysa aileler kaybettikleri canların büyük acısıyla baş başa kalıyor. Giden canlar geri gelmiyor. Ateş sadece düştüğü yeri yakıyor.

Bir imar affı çıkıyor. Yüzbinlerce riskli bina sisteme dahil ediliyor.

Deprem paraları başka yerlerde kullanılmaya devam ediliyor.

Güçlü müteahhitler, belediyeden alamadıkları izinleri Ankara’dan alıp yollarına devam ediyor.

Kentsel dönüşüm yerine rantsal dönüşümün peşinde koşuyoruz.

Bir sonraki deprem vurana kadar.

Konuşuyoruz!

Sadece konuşuyoruz!

Önce karakola, sonra psikiyatriste gidin!


1999 depremi başta olmak üzere birçok felaketten sonra bir koro ortaya çıkıyor. Hep birlikte yaşanan felaketlerin, laiklerin, içki içenlerin, zina yapanların yüzünden yaşandığını, kurbanların cezalandırıldığını yazıp çiziyorlar. İzmir depreminde de aynı koro sahnedeydi. Depremi fırsat bilip İzmirlilere, Alevilere, Cumhuriyete, Atatürk’e dil uzatıyor, nefret suçu işliyorlardı.

İnsanlıktan nasibini almamışların kurduğu bu koro için “ciddiye almayın, adam yerine koymayın” diyenler de var ama bu gruba bir yanıt vermek, yaptıklarının suç olduğunu görmelerini sağlamak gerekiyor.

Ben en çok şu yanıtı sevdim:

“Yer kabuğunda beklenmedik bir anda ortaya çıkan enerji sonucunda meydana gelen sismik dalgalanmalara ve bu dalgaların yeryüzünü sarsmasına deprem denir. Depremin oluşunu alkole, zinaya ve insanların siyasi görüşüne bağlıyorsanız lütfen en yakın psikiyatri kliniğine başvurunuz.”

Bu koronun yaptığının suç olduğu, cezasız kalmaması gerektiğine dair beklediğim adım da İçişleri Bakanlığı’ndan geldi. Bakan Yardımcısı Muhterem İnce şu mesajları paylaştı:

İçindeki kini ve nefreti sosyal medyadan yaymaya devam edenler yazdıkça yakalanacaksınız.

 Aklıselim olmamız gereken günlerde sosyal medyadaki cehalet dolu görüntüler aymazlıktan ileri gitmiyor. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 49 paylaşım tespit edildi, 27 şahıs hakkında işlemler sürüyor, 10 gözaltı yapıldı, 2 kişi tutuklandı. Klavye delikanlılığına fırsat vermeyeceğiz.

Cevap vermek kadar, yaptıklarının yanlarına kar kalmaması da önemliydi. O yüzden Bakan Yardımcısı İnce’nin tavrı bu nedenle takdire şayan.

İnsanlar bu ruh hastalarına hak ettikleri yanıtı verir, devlet de cezasız bırakmamak için bu kararlılığı sürdürürse bu koro hak ettiği sonu bulur.