Türkiye korona salgını günlerine önemli bir ekonomik krizin gölgesinde girmişti.

Ne yazık ki korona salgını da krizli günlere tuz biber oldu. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak farklı bir tablo çizse de gerçekler ortada:

Gerçekteki işsizlik zaten yüksekti, salgın günlerinde daha da yükseldi. Hükümetin uyguladığı bir “işten çıkarma yasağı” var ama “ücretsiz izin” bir işten çıkarma yoluna dönüştü. Birçok sektörde esnaf kepenk indirmiş vaziyette ve bu da işsizliği daha da artıracak.

Gerçekteki hayat pahalılığı zaten yüksekti, salgın günlerinde daha da yükseldi.

Faizler bütün siyasi baskılara ve Merkez Bankası’nın çabalarına rağmen bir türlü indirilemedi. Tersine, salgın günlerinde Merkez Bankası için büyük faiz artışları kaçınılmaz oldu.

Sadece faizler değil, döviz kurları da fren tutmuyor.

Hukuk devleti ilkeleri konusunda kuşkular artınca yabancı yatırımlar bitme noktasına geldi. Salgın, en çok turizmi vurdu ve ülkemize gelen turist sayılarında ciddi azalmalar yaşandı. İhracatçılarımızın olağanüstü çabası, ihracatta da beklenen rakamlara ulaşılmasına yetmedi. Anlayacağınız ülkeye döviz girişinde ciddi azalma var. Bu da Merkez Bankası’nın rezervlerine büyük darbe vuruyor.

Döviz girişinde azalma var ama çıkışında duraklama yok. Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) ile yapılan projelerde, şirketlere verilen garantilerin dövizle olan ödemeleri kesintisiz yapılıyor. Petrolü, doğalgazı dolarla almaya devam ediyoruz.

★★★

Sadece Hazine ve Maliye Bakanlığı mı? Sağlık Bakanlığı da korona konusunda benzer bir tutum sergiliyor. Korona verileri açık bir şekilde paylaşılmıyor ve her şeyin kontrol altında olduğu mesajı veriyor. Oysa gerçek verilerin bedelini sağlık çalışanları ödüyor. İşte bir örnek:

Bakırköy’deki Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeki asistanlar sonunda, dayanılmaz iş yüküne ve bitmeyen nöbetlere isyan etti. Yedi aydır hem kendi kliniklerinde, hem korona kliniklerinde, hem de korona polikliniklerinde nöbet tutan asistanların bırakın dinlenmeyi, yemek yemeğe dahi vakitleri olmuyormuş. Asistanların kamuoyuna yaptıkları açıklamadaki şu cümle sanırım her şeyi özetliyor:

“Hastane idaresine defalarca başvurmamıza rağmen herhangi bir dönüş olmamış, çözüm sunulmamıştır. Mevsimsel solunum yolu hastalıklarıyla birlikte iş yükümüzün daha da artacağı ve ne kadar süreceğini öngöremediğimiz bu döneme YORULMUŞ, EMEKLERİ YOK SAYILMIŞ ve ÜMİTSİZ giriyoruz.”

★★★

Dünyayı toz pembe gören bir başka bakanlık ise Milli Eğitim Bakanlığı. Onlar da her şey yolundaymış gibi gösterme çabasında. Ancak uzaktan eğitimin faturası öğrencilere ve öğretmenlere kesiliyor. Öğrencilerin önemli bir bölümü bilgisayar, tablet, televizyon ve internet bağlantısı gibi sorunlar nedeniyle uzaktan eğitime erişemiyor. On binlerce idealist öğretmen, bir taraftan uzaktan ders veriyor, diğer taraftan da o derslere ulaşamayan öğrencilerine destek olmaya çalışıyor. Maaşları yetersiz olduğundan kendileri için çok kıymetli olan ek ders ücretleri kesilmesin diye hafta sonları da çalışan öğretmenler var.

★★★

Sadece bu üç bakanlık için durum böyle. Yöneticilerin konfor alanlarından hiçbir ödün verilmezken işsize, yoksula ve enflasyon altında ezilen çalışana, doktorlara, öğretmenlere “salgın soslu acı reçete” dayatılıyor.

Peki bu reva mı? Elbette değil.

Bakın Çankaya Belediyesi’nin çalışanlarıyla yaptığı sözleşme, salgına rağmen çalışanın hakkının, hukukunun korunabileceğini gösteriyor. Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen, sırf emeklilik haklarında kayıp olmasın diye belediye çalışanları için kısa çalışma ödeneğine başvurmamış.

Belediye ile çalışanların bağlı olduğu sendika arasında varılan anlaşmayla da hem sosyal haklar hem de ücretlere zam konusunda çalışanları tatmin eden bir sonuca ulaşılmış. Demek ki oluyormuş.

Taşdelen de pek ala salgını ve ekonomik krizi bahane edip acı reçete sunabilirdi. Kendisine bunu neden yapmadığını sordum. Şu yanıtı verdi:

“Çalışanımızın, emekçimizin yanındayız. Ekonomik krizi çalışan emekçilerin sırtına yıkmadık. İşçimizi mağdur etmedik. Kötü günde de çalışanımızın yanında olduk.

Gelirlerimizin düşmesine, tüm ekonomik sıkıntılara rağmen enflasyonun çok üzerinde artışlar yaparak Türkiye’de örnek bir sözleşmeye imza attık. 

Sosyal belediyeciliğin bir ayağı da alın teri döken belediye emekçilerinin yanında olmaktır. Biz emeğin hakkını verdik, emeğin hak ettiği değeri vermek biz sosyal demokratların boynunun borcudur.”