Bazı işler vardır ki insana “arada kaynamasın, tartışılsın” hissi yaşatır.

HaberTürk Genel Yayın Yönetmeni Kürşat Oğuz’un son dönemde yaptığı bazı söyleşiler için de aynı şeyi düşünüyorum.

Kürşat’ın, Gündüz Vassaf’la yaptığı çok kapsamlı bir söyleşi geçen Çarşamba yayınlandı.

Ne yalan söyleyeyim, söyleşiyi izlerken Türkiye’de siyasetin ne kadar çok sığlaştığını, entelektüel ve akılcı alt yapısını, sosyolojik zeminini nasıl kaybettiğini biraz daha anladım.

★★★

Gündüz Vassaf’ın özenle kurduğu cümleleri arasında tartışılması gereken çok konu var, ama ben en çok “sol” ile ilgili söylediklerine takıldım. Vassaf solun öldüğünü söylüyor ve şöyle gerekçelendiriyor:

“Sol nasıl öldü? Sağ olarak öldü. İngiliz İşçi Partisi, Blair’le hem Amerikan emperyalizminin kuyruğundan gitti. Hem özelleştirme furyasına, Şili’de olan, (Turgut) Özal’la Türkiye’de olan, Reagan’la, Tathcher’la onu sürdürdü. Sol orada gitti. Sol aydın ne yaptı burada? Artık sömürüden falan söz etmez oldu. Hatta dili değişti. “Sınıf kavgası”, “sınıflar” demedi. Sanki bir sınıf, diğer sınıfı, para babaları emekçiyi ezmiyormuş gibi o literatür kalktı. Çünkü gelen zenginlikten orta sınıf memnun oldu. Orta sınıf kaçak kahve alıp içmektense onu doğrudan satın almaktan hoşlandı. Çünkü sol orta sınıftan geliyordu.”

Vassaf’ı dinlerken Türkiye’deki solun son zamanlardaki durumunu düşündüm. Gerçekten de uzun yıllardır ana akım siyasette solun hiçbir sınıfsal zemini olmamıştı, kalmamıştı.

Solun asıl oy alması gereken olan aydınlar, yoksullar, emekçiler sola küsmüştü.

İstanbul’da lüks bir semtte, Tayyip Erdoğan’ın son Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasına çok üzülen ve balkonda içki içen ev sahibiyle, aynı evde asgari ücretle çalışan kadının yaşadığı büyük sevinci anımsadım.

Gündüz Vassaf gerçekten haklıydı.

Mesela, CHP artık en büyük oyunu kentlerden, özellikle de Çankaya, Kadıköy, Konak, Muratpaşa gibi orta ve üst gelir grubunun yaşadığı yerlerden, sahillerden alıyor.

Mesela kendini daha çok solda tanımlayan HDP’nin oyları en fazla Kürtlerin okumuşlarından, orta sınıfından ve Türklerin Şişli, Mecidiyeköy, Cihangir gibi semtlerde oturanlarından geliyor.

Mesela CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, iktidarı belirleyen en büyük kesimi, “yoksullar ve emekçiler” diye değil de “muhafazakarlar” olarak  tanımlıyor. “Muhafazakarlardan oy almadan iktidar olamayız” yaklaşımıyla partisini sürekli sağa çekiyor.

★★★

Gündüz Vassaf, söyleşinin bir yerinde de şu tespiti yapıyor:

“Artık Türkiye’de köy romanı yazılmıyor. Türkiye’de köy kalmadı mı? Türkiye köylerinde adaletsizlik yok mu? Hala aşiretlerin sahibi olduğu köyler yok mu? Bu edebiyat bitti.

Ondan sonra İşçi sınıfı edebiyatı geldi. Türkiye’deki İşçi sınıfının konumu çok daha kötü. Artık sendikalar falan komik duruma düştü. Yazılmıyor, söylenmiyor. Yasak da değil bunları yazıp söylemek. Yani sol havluyu attı o anlamda ama iyi ki de attı. Bu ideolojiyle olacak şey değil.”

Türkiye’deki sendikaların son durumunu bir düşünsenize!

En büyük işçi ve memur sendikaları sırtlarını iktidara dayamış vaziyette. Sendika yöneticiliği,  çalışma alanının yöneticilerini belirlemek, iktidar partilerinde milletvekilliğine geçmek için bir basamak haline gelmiş. İşçiler, o kadar yoksullaşmış, o kadar sömürülmüş ki sendika aidatları dahi onlara büyük yük oluyor.

Peki “solcu” olduğunu söyleyen sendikalar ne yapıyor?

Hala soğuk savaş dönemi ideolojilerinin söylemlerini sürdürüyor, küreselleşmenin son çeyrek asırda karşımıza çıkardığı büyük dönüşümü okuyamıyor. Sermayenin artık sadece “biriktirilmiş emek” değil aynı zamanda “bilgi” de olduğunu göremiyor. Uzaktan çalışma, kısa çalışma, robotların, yazılımların aşırı kullanımının insan emeğine olan ihtiyacı azaltması gibi, çağın karşımıza çıkardığı somut gerçekliğe karşı nasıl pozisyon alacaklarını da bilemiyorlar.

★★★

Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada güçlü siyasetçilerin, siyasi partilerin merkez sağa yöneldiği, muhafazakarlığı, milliyetçiliği bayrak yaptığı bir dönemdeyiz.

Oysa orta vadede “siyasetin ana akımı”nı gelir adaletsizliğine, ırkçılığa, yabancı düşmanlığına, doğanın ve kentlerin yok edilmesine karşı çıkanlarla, “özgürlük”, “eşitlik” ve “adalet” kavramlarını aramaya başlayacak yoksullar ve emekçiler oluşturabilir.