Korona önlemleri döneminde en çok duyduğumuz sözcüklerden biri oldu “yasak”.

Hayati bir mesele olması nedeniyle, salgınla mücadele sırasında bireylerin özgür iradeyle alamadığı bazı tedbirlerin devlet ve kanun gücüyle alınması zorunluydu. Bu yüzden de aklı başında bireyler bu çerçevede uygulanan yasakları alkışladı, destekledi. Hatta, hükümet sadece hafta sonu sokağa çıkma yasağı uygularken birçok vatandaş yasağın iki hafta kesintisiz uygulanmasını talep etti.

★★★

Aslında korona nedeniyle yapılan bu uygulamalar için kullanmamız gereken sözcük “kısıtlama” olmalıydı. Ancak yönetenlerde, uygulayıcılarda alışık olduğumuz “devlet refleksi” öne çıktı ve “kısıtlama” modundan “yasak” moduna geçtik.

Bunun nedeni, uygulayıcıların “sosyal mesafe amaçlı kısıtlama”yı, bir zamanlar güvenlik amaçlı ilan edilen “Askeri sıkıyönetim amaçlı sokağa çıkma yasakları” ile karıştırması oldu.

Uygulamanın hedefi ile kısıtlamanın boyutu arasındaki uyumsuzluğu somut bir örnekle anlatayım.

Kadıköy Belediyesi her biri 5-6 kişiden oluşan üç adet orkestra kurmuştu. Amaçları, hafta sonu evinden çıkamayan Kadıköylülere 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı öncesinde marşlar söylemekti. Kaymakamlık ile görüşüldü, hazırlıklar yapıldı ve yola çıkıldı. O da ne? Polis orkestraları taşıyan araçları engelledi ve “bugün sokağa çıkma yasağı var” diyerek geri gönderdi.

Oysa, aynı belediyenin başka çalışanları o anlarda, aynı sokaklarda vatandaşlara ekmek dağıtıyor, temizlik yapıyor, gerekli yerleri dezenfekte ediyor, yani hizmet ediyordu. O çalışanlar gibi, belediyenin müzisyenleri de sosyal mesafe kuralına aykırı bir durum yaratmıyordu. Aralarındaki tek fark verdikleri hizmetin içeriğiydi. Biri ekmek dağıtırken diğeri “ruhun gıdası” dediğimiz müziği dağıtıyordu. Ekmek dağıtmayı, dezenfektan dağıtmayı “hizmet” sayıp, evinde sıkılan insanlara 23 Nisan vesilesiyle ulusal egemenlik, bağımsızlık marşları çalınmasını “sorun” olarak görmek, yasaklamak, kısıtlamanın amacının karar vericiler tarafından anlaşılamadığını gösteriyor.

★★★

Uygulamaların hedefinin anlaşılmadığını gösteren başka örnekler de var. Mesela, bir haber bülteninde izlediğim durumu anlatayım:

Malumunuz, toplu taşıma araçlarında sosyal mesafeyi koruyacak bir oturma düzenine geçtik. Bu uygulamayı denetleyen bir polis, eşiyle yan yana oturan vatandaşa gidip, “sosyal mesafeye dikkat edin, şu koltuğa geçin lütfen” dedi. Üslubu, nezaketi takdire şayandı.

Vatandaş, “eşim” diye karşılık verdi.

Polis, “Olabilir, kural böyle lütfen diğer koltuğa geçin” diye ısrar etti.

Vatandaş polisin dediğini yaptı ama bir gerçeği de söylemeden geçemedi: “Akşam aynı yatakta yatıyoruz biz.”

Önemsiz bir detay gibi görünebilir ama bir kısıtlama ile kısıtlamanın hedefi arasındaki uyumsuzluğu göstermesi açısından önemliydi.

★★★

Benzer şekilde bazı belediyelerin sosyal yardımlaşma kampanyalarının, ekmek ve gazete dağıtım faaliyetlerinin yasaklanması da “salgınla mücadele” ya da “sosyal mesafe kuralı” ile açıklanamayacak uygulamalar arasında yer alıyor.

İdarenin görevi, insanların gönüllü bir şekilde destek verdiği bu uygulamaları yasaklarla doldurarak daha da çekilmez hale getirmek değildir.

Tersine bu sürecin olumsuzluklarının asgari düzeyde hissedilmesini sağlayacak tedbirleri almak zorundadır. Misal, sokağa çıkma yasağının ikinci haftasında dahi vatandaşların günlük gazeteye ulaşamaması ciddi bir organizasyon sorununun varlığını gösteriyor.

Zonguldak’daki başarısızlığın sorumlusu kim?


Hükümetin korona ile mücadelede en büyük övünç kaynağı, sağlık altyapımızın gücü oluyor. Peki bu altyapının en önemli unsuru ne? Solunum cihazları mı? Yataklar mı? Binalar mı? Elbette ki sağlık çalışanları. Doktorlar, hemşireler, sağlık teknisyenleri, hasta bakıcılar ve virüse yakalanmış insanlarımızı virüsten kurtarmak için elini taşın altına sokan herkes. Son zamanlarda otelden, kamu misafirhanelerinden çıkarıldıklarına, izolasyon nedeniyle 14 gün eve hapsolduklarında ücretlerinin kesildiğine dair haberler alıyorduk. Bunlara bir de “bürokratik yansıtma” çabası eklendi. Zonguldak Valisi Erdoğan Bektaş, yönettiği şehir korona salgınında oransal olarak Türkiye’nin en kötü durumdaki şehri haline gelince sorumluluğu sağlık çalışanlarına yıkmaya çalıştı. Emin olun Zonguldak’ta mücadele başarılı gitse Vali Bey çok farklı konuşacaktı.

İyi ki halkımız neyin ne olduğunu, kimin nasıl çalıştığını biliyordu da kendisine prim değil, gerekli yanıtı verdi. Dilerim diğer yöneticilere de ders olur!