Grosso modo (kabaca) Türkiye’nin nüfusu, dünya nüfusunun %1.1’i, milli geliri de (GSMH olarak) dünya milli gelirinin yine %1.1’dir. Bu da Türkiye’yi “orta gelişmiş” ve yurttaşları da “orta gelirli” olan ülkeler sınıfına sokar. Türkiye’nin bu konumu, uzun süredir böyledir ve daha uzun süre böyle kalmaya devam edecektir. İsterseniz bu “hükmü” bir de şöyle ifade edeyim: Türkiye ekonomisi ne batmıştır veya batacaktır ne de kartal olup uçmuş veya uçacaktır.

EKONOMİNİN COĞRAFİ VE KÜLTÜREL BİLEŞENLERİ

Dikkat ederseniz “Türk ekonomisi” değil “Türkiye ekonomisi” diyorum. Türkiye dememin sebebi, “ülke ekonomisi” deyiminin hem maddi hem de beşeri unsurları içermesidir. Buna “Ekonomiler çift bileşenlidir” de denebilir. Maddi unsurların başında ülkenin coğrafyası yani adresi ile yerüstü ve yeraltı zenginlikleri gelir. Hocam Atilla Karaosmanoğlu buna İngilizce’den tercüme “jeo-ekonomi” (geo-economy) derdi. Beşeri bileşen sosyal antropolojik anlamda “kültür”dür. Bu bağlamda kültür, toplumun değer yargıları, inançları, önyargıları, ahlak ve hukuk tanımı, davranış kalıpları, alışkanlıkları, bilgi ve beceri birikiminden oluşur.

DEĞİŞİMİN MEKANİĞİ

Çift bileşenli ekonominin tanımını yukarıda okudunuz. Ekonominin maddi ve beşeri bileşenleri hızla iyiye veya kötüye doğru değişmezse (ki, nadiren böyle bir şey olur) ekonominin “bütünü” de hızla değişemez. Bu cebirsel bir ilişkidir. Maddi unsurun hızlı değişimine örnek olarak, Arap emirliklerinde petrol ve doğalgaz bulunması gösterilebilir. Bu yeraltı zenginliği, paraya dönüşünce ülke ekonomileri de hızla gelişmiştir. Beşeri değişimin ülke ekonomisine sınıf atlatmasına en iyi örnek ise Singapur’dur. Singapur çoğunluğu Müslüman olan Malezya’dan kopunca, çoğunluğu Çinli bir toplum olmuştur. Bu sayede, İngiltere eğitimli Lee Kuan Yew, Singapur’u Hong Kong gibi bir “Anglo-Çin” “şehir-devleti”ne dönüştürebilmiştir.

OSMANLI’DAN CUMHURİYETE DEĞİŞİM

Ekonomideki değişimin kültürel boyutunu anlamaya çalışırken, Atatürk’ün “kültür” devrimlerini (inkılâbı) dizayn ederken Abdülhamit’ten etkilenmiş olabileceği ihtimali aklıma takıldı. Abdülhamit 1842’de doğmuş ve 1918’de ölmüştür. Kendisi, 1876 ile 1908 yılları arasında 32 yıldan uzun bir süre Osmanlı Devleti’ni idare etmiştir. Mustafa Kemal ise 1881 doğumludur. 1894’te Askeri Rüştiye’ye girmiş, 1902’de Harbiye’den teğmen rütbesiyle mezun olmuş, 1905’te ise Harp Akademisi’ni bitirerek kurmay yüzbaşılığa terfi etmiştir. Yani Atatürk’ün doğduğu günden kurmay yüzbaşı oluşuna kadar (hatta 3 yıl daha) ülkeyi yöneten hep Abdülhamit’tir. Peki, Abdülhamit nasıl bir şahsiyettir? Ülkeyi demir yumrukla (istibdatla) yönetmiştir. Ama aile hayatına, meraklarına ve kurdurduğu kurumlara göre değerlendirince, onun “Batılılaşma” taraftarı olduğu sonucuna varıyorum. Atatürk de Türkiye’yi “Batıcı değil Batılı” bir ülke haline getirmek için çok uğraşmıştır. Bu gayeyle yapılmasını zorunlu gördüğü “kültür devrimlerini” yerleştirmek için cezri önlemlere başvurmuştur. Mustafa Kemal’in zihnen neşvünemaya ulaştığı dönemin padişahından etkilenmesi çok doğaldır. (Bu yazının son sözü Fahir İlkel’e aittir.)

Son söz: Ön fikrin olsun ama önyargın olmasın.