Ekonomide işler iyi gitmiyor. Eğer bir ülkede veya dünya ekonomisinde işler iyi gitmiyorsa, bunun biri “döngüsel/durumsal” (konjonktürel), diğeri de “yapısal” (temel/strüksel) iki sebebi vardır. Türk ekonomisinde işlerin iyi gitmemesinin kojonktürel sebebi, tüm dünya ekonomilerini derinden sarsan koronavirüsün sebep olduğu Covid-19 isimli salgın hastalıktır. Bu salgını durdurmak için, (Kökünü kazmak demiyorum, anlaşılan bu meretin kökü kazınamayacak) “sosyal canlı” olan insanlar arasına “sosyal mesafe” konuldu. Hal böyle olunca da hayatın doğal akışı aksadı. Pek tabii, bu aksama, iktisadi faaliyeti de aksattı. Bu aksaklık yağmurunda, Türkiye’nin ıslanmaması mümkün değildi. Az ıslanmak (yani milli gelirimizin daha az gerilemesi) için “yavaşlayacağımıza koştuk” (ucuz para ile tüketimi kamçıladık). Koştukça işler iyi gidiyor, pek de ıslanmıyoruz sandık. Ama bir de baktık ki; daha çok ıslanmışız. Yani taze borç dövize en çok ihtiyacımız olan bir dönemde, döviz ihtiyacımız artmış.

SAKAT FUTBOLCU, PENALTIYI HANGİ AYAĞIYLA ÇEKER

Bunun sebebi konjönktür değil, ülke ekonomisinin “yapısal” bozukluğudur. Ülke ekonomimiz Osmanlı’dan beri “dış-borç-kolik”tir. Çünkü Osmanlı, devlet bütçesini, yönetimi altına aldığı ülkelerden tahsil ettiği “haraçlarla” ve yabancı tebalılara bahşettiği “serbest ticaret imtiyazı” (kapitülasyon) karşılığı aldığı bedellerle denkleştirmiştir. Askeri üstünlüğü sona erip, haraç alamaz hale gelince çareyi “dış borç” almakta bulmuştur. Kapitülasyonlar ise devlete varidat sağlama yerine, ülkenin sömürülmesine hizmet eder olmuş, “Batı borç vermez” korkusundan bir türlü ortadan kaldırılamamıştır. İşte 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, bugün çözemediği yapısal sorununun kök (genetik) sebebi budur. Ayağı sakat futbolcuya penaltı çek diyoruz. Sağlam ayağının üstünde durup, topa sakat ayağıyla vursa şut çok yufka oluyor. Sakat ayağı üstünde durup, topa sağlam ayağıyla vurmaya çalışsa dengesini kaybediyor. Top, yine hedefe varamıyor. Katma değer ihracatını artıralım ki; dış borç ihtiyacı azalsın diyoruz. Tasarruf noksanımız var deyip, yatırımları finanse etmek için dış borç alıyoruz. Alınan dış borçla tüketim malları ithal ediyoruz. Cari açığımız artıyor. Borç paralarla yaptığımız “gösterişli gayri iktisadi müsriflik yatırımları” da işin cabası oluyor.

ARANAN TAMİRCİ BULUNAMAZ

Moody’s ve saz arkadaşları “dövizle borçlanmada itibar notumuzu” düşürdükçe düşürdü. Dünyanın, parası döviz olan para babalarına “Sakın Türkiye’ye borç vermeyin, sonunda pişman olabilirsiniz” dedi. Sonra ona gelip “Niçin bizi ikaz etmedin” demesinler diye not indirimini aşırıya bile kaçırdı. Bunlar bilinen gerçekler. Bir türlü işin içinden çıkamıyoruz. Peki söyle bakalım çekirge ne yapmak gerekir? Benim durum tespitim şudur: Türk halkı, iktidarı ve muhalefetiyle birlikte ekonomiyi “tamircisi” olan bir makine sanıyor. Usta bir tamirci (yerli ve milli olması tercih edilir) bulunsa ve ekonominin başına tam yetkiyle o getirilse, kimsenin burnu kanamadan ekonomi tıkır tıkır işler hale gelir diye düşünüyor. Neyin nasıl yapılması gerektiği “kitaplarda” yazıyor sanıyor. Oku ve uygula. Hayır! Kitaplarda yazanlar yanlış değil ama böyle bir kitap yok. Ekonomi tamirciye götürülüp onartılacak bir makine de değildir. Ekonominin tıkır tıkır işler hale gelmesini bırak, an be an dolar fiyatı izlemez hale getirsek yeter. Bunu da ancak bu ülkenin insanlarının dürüstlüğü ve fedakârlığı sağlar.

Son söz: Bana külfet getirmeyen reform paketi bin yaşasın.