Zora düşmüş firmaları kurtarmak için kısa, orta ve uzun vadeli planlar yapılır. Öncelik, kısa vadeli önlemlerdedir. Bunların başında da “kanamayı durdurmak” olarak tabir edilen zararı azaltmak gelir. Zarar azaltıcı önlemlerin ilki de borç maliyetini yani alınmış kredilerin faizlerini düşürmektir.

Zordaki ülkeler için de izlenmesi gereken yol budur. Kanamayı durdurmadan, orta vadeli tedbirleri veya uzun vadeli yapısal reformları öne çıkarmak doğru değildir. Çünkü kanama sürdükçe, yani borçların yüksek faizi işlemeye devam ettikçe, “yamanacak delik” büyümektedir. Bu yüzden orta ve uzun vadede sonuç verecek önlemler nitelik değiştirmektedir.

Türk ekonomisinde bir süre önce başlamış olan “kanama” yani dövizli dış borçlara fahiş faiz ödeme, artarak devam etmektedir. Sırf dış borç faizlerinin yüksekliği nedeniyle “cari işlemler hesabı” açık vermektedir. Dış borç faizlerinin yüksek seyretmesinin sebebi de AKP’nin, düşük faizle borçları çevirme imkanı sunan IMF’ye gitmeyi zül kabul etmesidir.

HÜNER IMF’YE GİTMEMEK DEĞİL, GİTMEYECEK HALE GELMEKTİR

IMF’ye gitmeye mecbur kalmamanın “sine qua non” (olmazsa olmaz) şartı “cari açık”tan ebediyen kurtulmaktır. Kırk yıldır bunu söyler, bunu yazarım. Cari açık vermemenin, siyaseten en “onurlu” ve iktisaden en “akıllı” ekonomi politikası olduğunu siyasetçiler anlamadı. Bir ihtimal anladılar ama seçim kazanmak için vatandaşa verdikleri tutamayacakları sözler yüzünden uygulayamadılar.

Bundan daha elim ve vahimi, sadece bugünkü “faizci” iktisatçıların değil, dünkü “narhçı” iktisatçıların da bu ön koşulu hiç anlamamış olmalarıdır. Bu zevat Osmanlı beybabaları gibi “Devletin parası yok; cari açık vermeden yatırım yapamaz ve kalkınamayız” deyip durdu. Japonya, Tayvan, Çin ve Kore’nin “cari fazla” vererek kalkınmaları somut örnekler olarak ortaya konunca da, sanki bizde çok yüksekmiş gibi “Ama onlar işçi ücretlerini düşük tuttular” deyip durdular.

KÜRESEL SORUNA KÜRESEL ÇÖZÜM

Koronavirüs salgını sebebiyle, başta gelişmiş zengin ülkeler olmak üzere, hemen hemen her yerde milli gelirler düştü. Bu süreci tersine çevirmek için “bütçe açıkları” vermek ve “gevşek para politikası” izlemek şart oldu.  Bu ise “yoktan para yaratmak” demektir. ABD ve AB’nin bu kabiliyeti vardır.

IMF’nin de kaynak yaratma imkanı mevcuttur. Olağanüstü şartlar, olağanüstü aletler kullanmayı ve olağanüstü yollara başvurmayı meşru kılar. “Döviz karşılığı olmadan para basmak sakıncalıdır” önermesi gariban ülkeler için geçerlidir. Güçlü ülkeler önce parayı basar, karşılığı arkadan gelir.

Yani paranın satın alabileceği her mal ve hizmetin üretimi artar. Bu sayede onların “fiyat istikrarı” devam eder. Reel faiz eksi olduğu için artan kamu borçları, bütçelerine ilave yük bindirmez. Dolayısıyla “finansal istikrar”ları da bozulmaz. Küresel sorundan etkilenen, küresel çözümden yararlanır.

Son söz: Düşük faiz IMF’de bile olsa, git onunla borçlan.