Dünya genelinde koronavirüs kapıp hastalanan insan sayısı 10 milyonu, bu hastalıktan ölenlerin sayısı yarım milyonu geçmiş. Bunlar, resmi makamlarca ilan edilen sayılar. Yüzde yüz tarama yapılmadığından, bu sayıların vakaların tümünü kapsamadığı kesin. Yani biliyoruz ki; fiiliyatta hem bu hastalıktan ölenlerin ama esas olarak hasta olanların sayısı açıklananlardan çok daha fazladır. Yaklaşık 6 aydır hüküm süren bu “salgınla savaşta” dünyada iki ayrı strateji uygulandı. Bunlardan birincisi, toplumda “sürü bağışıklığı” oluşmasına izin vererek hastalığı yenmekti. Pek tabii, bulaşmayı (“bulaş” değil lütfen!) zorlaştıran önlemler de “gönüllü” olarak alınacaktı. İkincisi ise sadece hastaları “karantinaya” tabi tutarak değil, hastalanmamış insanları da “izolasyona/tecride” tabi tutarak, diğer bir deyişle “karantinaya” alarak salgının kontrolsüz bir şekilde yayılmasına engel olmaktı. Bu ikinci tez salgını önlemeyi değil, zamana yaymayı öngörüyordu. Zamana yaymanın amacı da hasta sayısının, hastanelerin tedavi kapasitesini aşmasına izin vermemekti. Bu arada herhalde mikrobun mutasyona uğrayarak hastalık yapma gücünün azalması da ümit ediliyordu.

KORONAVİRÜS SAVAŞININ EKONOMİK ETKİLERİ

Napolyon’un “Savaşı kazanmak için üç şeye ihtiyaç vardır: Para, para, para” sözünü unutmayalım. Bu savaş Napolyon’un kastettiği savaş değildi. Yani bizatihi, koronavirüs savaşı çok fazla para istemiyordu. Ama bu savaşın icabı olarak uygulanan ulaşım ve toplu yaşama yasaklarından doğan hareketsizlik, bereketsizlik yaratıyordu. Yani savaş, milli gelirleri düşürüyor, halk da fakirleşiyordu. Dolayısıyla insanlar “Koronavirüs’ten mi yoksa açlıktan veya tedavisi aksayan hastalıklarınızdan mı ölmeyi tercih edersiniz?” gibi bir açmazla karşı karşıya bırakılıyordu. İlk başlarda karar vermek kolaydı. Çünkü birçok kişi, “Nasıl olsa salgın yaz gelince bitecekmiş. Bir iki ay dişimizi sıkar, bu vartayı atlatırız” diye düşünmüştü. Türkiye’nin tercihi, biraz da bu yüzden “ikinci yol” oldu. Zaten Bilim Kurulu da “sürü bağışıklığı” teorisine itibar etmedi. Şimdi görülüyor ki; bu koronavirüs mikrobu belki de bir yıl daha melanetini icraya devam edecektir.

ASGARİ ZARAR TEORİSİ

İşletme iktisadında “Eğer zarar kaçınılmazsa, en aza indir” kuralı uygulanır. Firmaların amacı “kâr etmek ve büyümek”tir. Bunun gerçekleşmesi girişimci veya yöneticilerin bilgi ve becerisine olduğu kadar, makro ekonomik ortamın uygun olmasına da bağlıdır. Eğer bugün olduğu gibi dış ticaretin ve hizmetler sektörünün daralmasından dolayı “milli gelir düşüyorsa” iki hedef de tutturulamaz. O zaman “Zararı en aza indir” yöntemi kullanılır. Hükümet büyümeye, “Korona Bilim Kurulu” da hastalıkla savaşa öncelik veriyor. Bir planda iki öncelik olmaz. Yönetimde optimizasyon şarttır.

Son söz: Koşullar, amaçları kısıtlar.