Fatih Konstantinopolis’i yani İstanbul’u alma planları yaparken, şehirdeki bazı din adamları (pek tabii Hıristiyan, aman yanlış anlaşılmasın) meleklerin cinsiyetini tartışıyormuş. Bu hikaye, “çok büyük bir tehlike kapıya dayanmışken, ilgisiz ve faydasız konuları tartışanları” eleştirmek için anlatılır durur. Doğru mudur, bilemem. Bana uydurma gibi geliyor. Ama her zaman ve her yerde dedikoduları bile ciddi ciddi tartışanlar vardır (Saat 10.00’dan sonra TV’lerdeki atışmalı tartışma şovlarını izlemeye çalışın). O tarihte de Bizans’ta böylesi zevzek bir iki papazın yaşamış olması muhtemeldir. Ancak bu hikayenin gerçek olup olmaması önemli değildir. Önemli olan, bu hikayenin içeriğidir. O da şudur: Acil tedbir alınması gereken sorunlar ortada dururken, kendilerinden çözümün bulunmasına katkı sağlamaları beklenenler başka konularda konuşmamalıdır. Eğer böyle yaparlarsa, ulema din adamı olsalar da toplum onların sözlerine değer vermemeye ve kendilerine saygı duymamaya başlar.

MEZAT TEORİSİ  (AUCTION THEORY)

2020 yılı Nobel İktisat Ödülü, “mezat teorisi” üzerine çalışma yapan iki Amerikalı profesöre verildi. Geçmişte benzeri pek bulunmayan bir salgın hastalık yüzünden dünya ekonomisi altüst olmuş ve işin içinden nasıl çıkılacağı bilinmezken, İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi’nin, ‘İktisat Nobeli’ni “mezat teorisi” gibi bir konuyu çalışmış kişilere vermesi tuhaf karşılandı. Ben de bunu “meleklerin cinsiyeti tartışmasına” benzettim. Herhalde 2020 Nobel İktisat Ödülü’nü almaya namzet birden fazla çalışma ve bu çalışmaları yapan bilim adamları vardı. Ödülü verenlerin niçin bu tercihi yaptığını anlamaya çalıştım. Ödülün açıklanmasından bu yana bir hafta geçti. Vardığım sonuç, şu oldu: Koronavirüs salgını sırasında ve sonrasında izlenmesi gereken iktisadi ve mali politikalar konusunda çalışma yapan iktisatçılar var ama bunların hiçbiri şimdiye kadar Nobel Ödülü almaya layık düzeyde bir model geliştirmiş değil. Dolayısıyla sırf “güncel”dir diye bu konuda makale yazanlara Nobel Ödülü verilemez diye düşünmüşlerdir.

FİYAT MEKANİZMASI

“Serbest piyasa” ekonomisini düzenleyen görünmez elden kastedilen şey, fiyat mekanizmasıdır. Fiyatların “kaynak tahsisi optimizasyonu” yapabilmesi (yani milli gelir artışının maksimizasyonu) için “fiyat mekanizması” iyi işlemelidir. Bilinen fiyat teorisi, “piyasa fiyatı” denen fiyatın doğru yerde oluşması için gerekli şartları şöyle sıralar:

1. Piyasada “çok alıcı-çok satıcı” bulunması

2. Tekel veya kartel bulunmaması

3. Piyasaya giriş-çıkışların serbest olması

4. Bilgilerin ulaşılabilir ve rekabetin adil olmasıdır.

Ancak bu şartlar her sektörde geçerli olamaz. Çünkü ekonomilerde birçok sektörde, doğal, yasal veya teknolojik tekelleşme kaçınılmazdır. Bir şehirde 10 tane özel havalimanı olamaz. “Havayolu şirketleri, uçaklarını, iniş iznini en düşük fiyatı veren limana indirsin” denemez. İlaçta, elektrik, gaz ve su dağıtımında, toplu taşımacılıkta, radyo ve TV frekans tahsisinde tekelleşme kaçınılmazdır. Bu sektörlerde fiyat, devletin yaptığı mezatlarla oluşur. 2020 Nobel Ödülü’nü kazananlar “İmtiyaz ihaleleri nasıl yapılırsa fiyatlar hem satıcı hem alıcı hem de kamu için en doğru yerde oluşur” sorununu ele almış ve çözüm modeli geliştirmişler. Yani pek de “meleklerin cinsiyetiyle” uğraşmamışlar.

Son söz: Piyasada gördüğün her fiyat, piyasa fiyatı değildir.

Köşe şairi Bekir Coşkun


Bekir Coşkun ebediyete uğurlandı. Eğer şiir az kelimeyle çok şey anlatmak ise o bir şairdi. Eğer şiir, notasız müzik ise o bir bestekârdı. Bekir Coşkun, okurun gönül tellerine mızrabıyla vurmasını çok iyi bilirdi. Onun yazılarını okuyanın duygulanmaması mümkün değildi. Zaten kendisi için seçtiği tarz, gönül yazarı olmaktı. Onun anlattıklarını okuyarak biz de Andreé’ye hayran olduk, Pako’nun başını okşadık. Onun hüznüyle hüzünlendik, neşesiyle neşelendik. Ne mutlu Bekir Coşkun’a. Fethetmediği kalp kalmamış.