Bugün Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) diye bir siyasi parti kaldığını sanmıyorum. Çünkü “parti” içinde aynı şeyden birden fazla bulunan “küme” demektir. Bu şey, malzeme de olabilir, insan da. “Malları parti parti sevk etmek” malları teker teker veya hepsini bir seferde değil, kümeleyip yollamaktır. Bir yere parti parti gitmek, gruplar halinde yola çıkmak demektir. Necmettin Erbakan’ın “milli yani dini” görüş çizgisinden yürüyen insanların bir kısmı, şartların zorlamasıyla 2001 yılında yeni bir “siyasi parti” oluşturdu. Kısa sürede iktidara gelen bu partinin ağır ağabeyleri zamanla dağıldı. Geriye sadece, unvanı cumhurbaşkanı olan tek bir kişi; Başkan Erdoğan kaldı. Böylece AKP “parti” olmaktan çıktı ve bir başkan ile çevresinde onun emirlerini uygulayan yüksek memurlar kümesi halini aldı. Çetin Altan ustamızın deyişiyle “Bir şey öyle olmuşsa, başka türlü olamadığı içindir”. Demek ki, bu “sosyal yapı” bu sonucu doğuruyor.

MUHALEFET, MUHALEFET EDER

Bırakın çok partili bir siyasi sistemi kurmayı, bir parti içinde bile, birden çok özgül ağırlıklı kişiyi barındıran bir düzeni kuramadık veya kurduk ama yaşatamadık. Hal böyle olunca toplumumuz, “İktidarı devirmeyen muhalefet başarısızdır” demeye başladı. Çok tehlikeli bir düşüncedir bu. Mesele iktidarın devrilmesi değil, iktidarla muhalefetin, işlevlerini (fonksiyonlarını) kaybetmeden kendi öz kimlikleriyle davrandıkları bir yönetim veya yönetişim sisteminin tasarımıdır. Bu sorunu çözmek için işe, “iktidar” ve “muhalefet” kavramlarını yeniden tanımlayarak başlanmalıdır.

İSTANBUL KANALI VE LİBYA’YA ASKER GÖNDERMEK

Başkan Erdoğan’ın iktisadi kalkınma stratejisi; dış borçtan hiç korkmadan, inşaat yaparak, hem ekonomiyi canlandırmak (boost the economy) hem de rant avcısı milli milyarderler yaratarak finans kapital (financial capital) biriktirmektir. Ne Kanal İstanbul, ne Osmangazi veya Yavuz Selim köprüsü, ne İstanbul Havalimanı, ne devasa şehir hastaneleri, ne modası geçmiş nükleer santral, ne de milli otomobil yapımı iktisadidir. Bunlar ekonomi için birer “kara delik”tir. Hakeza Suriye’ye veya Libya’ya asker yollamak da “ulusal güvenlik” ile ilgili değildir. Ama bunların hepsi Erdoğan’ın iktisadi siyasi stratejisiyle uyumludur. Soru: Bu durumda muhalefet ne yapmalıdır? Cevap: Yaptırmam, ettirmem, engellerim demeden “Yapılanlar şu sebeple yanlıştır, biz iktidarda olsak şöyle yapardık” diyerek hem seçmene alternatif sunmak, hem de iktidarı hatasıyla baş başa bırakmak olmalıdır. Mesela, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde AKP’li üyelerin, İmamoğlu’nun yapmak istediği su zammını engellemeleri “muhalefet” değil, iktidara ortak olmaktı. Bu yapabilecekleri en büyük yanlıştı. Zammı engelleyerek, sonunda hükümetin sırtına binecek olan İSKİ zararının sorumluluğunu üstlenmiş oldular.

Son söz: Rolünü oynamayan, rolünü kaybeder.