Yaşadığımız güncel olayları anlamaya çalışırken 1970-1976 yılları arasında Arçelik’te birlikte çalıştığım Necdet Ülger’i hatırlıyorum. Necdet Bey, İTÜ mezunu bir makine mühendisiydi. Kocaman bir adamdı. Bir dönem Türkiye’nin övünç kaynağı olan TCK (Karayolları Genel Müdürlüğü) bünyesinde yetişmişti. Necdet Bey, Arçelik’te üretimden sorumlu Umum Müdür Muavini idi. Yönetimi altında imalat, üretim planlama, iç ve dış satın alma ve fabrika bakım müdürlükleri vardı. Umum müdür (genel müdür) ve beş muavininden (yardımcısından) oluşan bir heyet olarak hemen her hafta toplanır ve şirketin karşı karşıya olduğu iç ve dış sorunları, konu ister teknik, ister malî, ister idarî, ister pazarlama olsun görüşürdük. Pek tabii amaç, çözüm geliştirmekti. Necdet Bey işe “sorunu sorgulamak” ile başlardı. Onun en beğendiğim ikazı “Allah aşkına! Önce hendek kazıp, sonra üstüne köprü inşa etmeye çalışmayalım!” çıkışıydı. Necdet Bey haklıydı. Belki de hayatın doğal akışı içinde, böyle bir hendek/sorun zaten asla oluşamazdı. Eğer oluşmuşsa, bu bizim kazdığımız bir hendekti. O takdirde tek rasyonel çözüm, soruna müdahaleyi kesip, sorunun “şeylerin zoruyla” (with the force of the things) kendiliğinden ortadan kalkmasını izin vermekti.

KENDİM ETTİM, KENDİM BULDUM 

İster kendimiz, ister firmamız, ister ülkemiz için olsun, ömrümüz boyunca sorunlarla uğraşmak zorundayız. Bu sorunlar küçük veya büyük olabilir. Sık sık ve hatta birbirini tetikleyerek üst üste gelebilir. Çünkü her sorun, bir önceki sorunun çözümü veya her çözüm, bir sonraki sorunun nedeni olabilir. Etki-tepki yasası yani hayatın işleyiş dinamiği budur zaten. Bir sorunla karşılaştığımızda hemen kolları sıvayıp, çizmeleri giymeden önce kendi kendimize iki soru sormamız gerekir:

1. Ortada gerçekten bir sorun var mı? Yoksa bana mı öyle geliyor?

2. Eğer gerçekten varsa, bu sorunu ben yaratmış olabilir miyim?

“İnsan, durup dururken, kendisi, firması veya ülkesi için sorun yaratmaz, eğer yaratmışsa mutlaka bir ‘haklı’ sebebi vardır” demeyin. Yaratır. Çünkü insanın egosu, onu “başkalarından üstün olduğunu” ispatlamaya dürter. Üstünlüğü ispat için olay lâzımdır. Olay yoksa olay yaratır. Bu önermede anahtar sözcük “haklı”dır. Kişi bir kez olay yaratmaya karar vermişse, kendini haklı çıkaracak hikâyeyi her zaman bulur. Hele hele kendini çok güçlü görüyorsa, olay çıkarma arzusu onu zapt edilmez hale getirir. En kötüsü bu duyguya siyasi liderlerin kapılmasıdır. Napolyon’dan Hitler’e veya Saddam’a kadar pek çok muhteris lider, kendince haklı bir sebeple ülkesi için sonu hüsran olan savaşları başlatmıştır.

TIRMANDIRMA ÇÖZÜMÜN MALİYETİNİ ARTIRIR

Savaş bir kez başladı mı, onu başlatanın kontrolünden çıkar. Etki-tepki yasası işlemeye başlar. Savaşın şiddeti ve kapsamı artmaya başlar. Buna “tırmandırma” (eskalasyon) denir. Türkiye, ülke bütünlüğünü korumak için, bölücü örgüt PKK ile yurt içinde ve gerekirse yurt dışında silahlı mücadele etmekte kendince haklıydı. İnceldiği yerden kopsun diyebilirdi. Ondan bile vazgeçti, ihtilafı müzakere yoluyla bitirmek istedi. Peki, “Suriye’deki isyanda, muhalifler safında yer alıp, savaşı tırmandırmakta kendince ‘bile’ haklı mı?”

Son söz: Sokak çıkmazsa, çıkış geri gitmektir.