Sevgili okurlarım çok yorucu, yıpratıcı ve gerginlik dolu günlerden geçiyoruz.

Ülkemize şeriat düzeni getirme hayali ile yaşayanlar aramızda...

Bunlar işi iyice azıttı.

“Atatürk’e lanet okuma” bunlarda.

Elinde kılıçla minbere çıkıp hutbe okuma da bunlarda.

Bazıları Atatürk’e açıktan sövüyor, Türkiye’ye halifeliğin yeniden getirilmesini istiyor!..

Ve sarıklı cübbeli tarikat şeyhleri aklı başında televizyon kanallarında bile boy gösteriyor.

İyice şımarmış durumdalar.

★★★

Selin Mihrimah isimli birinden birkaç gün önce aldığım mesaj aynen şöyle:

“Senin AKP’den başka derdin yok mu be adam. Normal şartlarda asla ve asla köşe yazınızı okumam. Ancak haberlerde gezerken başlığınız dikkatimi çekti ve okudum.

Geçmiş yazılarınıza da göz atarken ne kadar nasipsiz bir insan olduğunuzu düşünüp inanın size acıdım.

İşiniz gücünüz sadece ve sadece Sayın Cumhurbaşkanımız.

Her yazınız hükümet, her yazınız AKP.

Eğer ki bizim sayın cumhurbaşkanımız sizin anlattığınız gibi bir cumhurbaşkanı olsa, inanın ki susturmaya önce sizden ve gazetenizin diğer köşe yazarlarından başlaması lâzımdı.

İş sizin Ata’nıza gelince tek bir söz söyletmezsiniz.

Ancak iş sevgili başkanımıza gelince hadsizce söylenir, utanmadan bir de Osmanlı’yı ayaklar altına almaya kalkarsınız.

Size bir şey diyim mi, siz ne yaparsanız yapın o çok eleştirdiğiniz Osmanlı tekrar daha güçlü bir biçimde kurulacak ve inşallah biz tekrar PUTLARI yıkıp özümüze DÖNÜCEZ.”

★★★

Türkiye’de çok sayıda genç insanın kafalarına bu tohumları atıyor ve yeşermesini bekliyorlar!

Onları “Putları (Atatürk’ü) yok edeceğiz, yıkacağız, Osmanlı’yı tekrar kuracağız, Halifeliği getireceğiz” masallarıyla uyutmaya kalkışıyorlar.

Sonra da sıkışınca, zor durumda kalınca “Yok efendim yanlış anlaşıldık! Bizim Atatürk’e saygımız vardır” yalanına başvurmaktan utanmıyorlar.

21.yüzyıl Türkiye’sinde yarattıkları yüz kızartıcı tabloların küçücük bir bölümü işte böyle!



Geçen gün İstanbul’da Silivri Cezaevi’nde yatmakta olan Sadettin Akşahin’den samimi bir mektup aldım.

Bu konuda bir örnek olması dileği ile sizlere aynen iletiyorum:

“Selamünaleyküm. Merhaba abi nasılsın iyi misin? İnşallah iyisindir.

İyi olmanı ümit ediyorum.

Sevgili abim evet bizler suçluyuz. Evet bizler suç işledik ama bunu neden yaptığımızı soran yok.

Sabıkalı olduğumuz için her yerde dışlanıyoruz. Hangi kapıyı çalsak sabıkalı olduğumuz için kapılar yüzümüze kapanıyor.

Peki bizler nasıl yaşayacağız, nasıl nefes alacağız?

Bizlerin anası, babası, bacısı, abisi yok mu, peki onlar da bizim gibi çile çekmiyor mu? Onlar da bizim gibi acı çekmiyor mu?

Şunun altını çizmek istiyorum. Lütfen, Allah rızası için sabıkalı insanlara sahip çıkın. Lütfen herkesten rica ediyorum. Mahkûmları dışlamayın. Hepsine sahip çıkın, tekrar hataya düşmesinler diye.

Allah’a emanet olun. Hoşçakalın.”



★★★

Ve bir kadın gardiyanın mektubunu özetliyorum:

“Emin Bey ismim sizde kalsın. Zira SÖZCÜ Gazetesi’nden bir yazara mektup göndermek beni çalıştığım kurum ve hükümet nezdinde vatan haini yapar.

Ben bir anneyim ve gardiyan dedikleri kişilerden biriyim. Çocuğumu bir ay boyunca göremiyorum çünkü virüs nedeniyle biz de karantina koşullarında yaşıyoruz. Yani cezaevlerinde yatılı kalıyoruz, mahkûmlara çıkarılan yemekleri yiyoruz.

Kendimize ait daracık bir odamız bile yok. 20 kadın personel koğuştayız ve geceleri üzerimize kilit vuruluyor.

Psikolojik açıdan çocuklarımız gibi bizler de çöktük. Olanları lütfen sadece mahkûm odaklı düşünmeyin. Biz gardiyanların da sesi olun.

Beş yıl ceza alan bir mahkûm bir ay kapalı yatarken biz neyin cezasını çekiyoruz? Bizim o kadarcık bir odamız bile yok.

Acaba birileri bize neden hüküm giydiğimizi anlatabilir mi!..”



★★★

Cezaevlerinden sürekli olarak mektuplar alıyorum.

Çeşitli siyasi davalar sonrasında mahkûm edilen tanışlarım ve arkadaşlarım da vardı.

“İçerisini” onlara sorduğumda hemen hepsinin (yeni adı infaz koruma memuru olan) gardiyanlara saygı duyduğunu gördüm.

Onlar da büyük kısıtlamalar altında...

Yukarıdaki mektupta olduğu gibi onlar da sık sık “Mahkûm” konumunda yer alıyor.

Hele yenilerin çoğu üniversite mezunu ama çok zahmetli bir görev yaptıkları belli.

Cezaevleri apayrı bir dünya.

Oralardan her gün en az iki mektup alıyorum ve yakınmalarını gördükçe içim sızlıyor.

Tutuklular, hükümlüler ve aileleriyle birlikte en az bir milyon kişilik bir kitle...

Kimse kusura bakmasın, bazen o sessiz ve çaresiz kitlelerin de sesi olmaya çalışıyorum.

★★★

Emin Çölaşan’ın notu: Dün postadan dört cezaevi mektubu çıktı. Birini Karabük Cezaevi’nden Mehmet Karaman göndermişti ve ekinde iki adet karikatür vardı. Onları size iletmesem içime sinmeyecekti.