Sevgili okurlarım, hiç değilse bir gün olsun şu can sıkıcı gündemden, Suriye olayından, FETÖ’den, yolsuzluklardan falan uzak kalmak hepimizin en doğal hakkı.

Şimdi insanlık aleminin başında yeni bir bela var.

Adına koronavirüs denilen salgın hastalık bütün dünyayı kasıp kavuruyor.

Bu konuda rivayet muhtelif...

Bazıları teknoloji ve bilimin böylesine gelişmiş olduğu günümüzde bu hastalığın aşısının, ya da tedavisinin bulunmamış olmasını “Oyun” olarak niteliyor.

Onlara göre, tıp dünyasını yöneten ilaç firmaları başta olmak üzere belli güçler kısa süre sonra aşıyı piyasaya verecek ve bu işten yüz milyarlarca dolar para kazanacak.

O zamana kadar giden gidecek, sağ kalanlar kurtulacak!

Anladığımız bir konu değildir, ne olduğunu göreceğiz.

O zaman elbette sorulacak “Bu hastalıktan bugüne kadar ölen binlerce kişi acaba o para hırsı yüzünden mi can verdi” diye...

★★★

Korona bizimle sınırdaş olan ve olmayan neredeyse bütün ülkelerde yaygınlaştı.

İran başta olmak üzere Irak, Gürcistan, İtalya ve pek çok ülkede ölümler oluyor.

Türkiye’ye henüz bulaşmadı...

Ama bu durum bulaşmayacağı anlamına gelmiyor.

Her an gelebilir, başımızın yeni belası olabilir.

★★★

Eskiden, çok önceki yıllarda bütün dünyayı titreten korkunç veba salgınları olur ve yüz binlerce kişiyi öldürürdü.

O yıllarda adına mikrop denilen kavram bilinmezdi.

Yüksek ateşle, öksürükle başlayan bir hastalık...

Hastaya dokunan mikrobu kapıyor ve ölüyordu. Kullanılan kocakarı ilaçlarının hiçbir faydası yoktu.

Uzun yıllar sonra yapılan bilimsel incelemelerde vebanın insanlara fare ve pirelerden geçtiği ortaya çıktı ama ölen ölmüştü.

Farenin veya pirelerin ısırmasına gerek yoktu. O dönemlerde her yer fare ve pire doluydu. Evinize ulaştığı anda mikrop size bulaşıyordu.

★★★

Sonra ortaya kolera çıktı. Yine pislikten kaynaklanan, özellikle insan dışkılarından yayılan ölümcül bir hastalık.

Kolera demişken tifüsü de unutmamak gerek.

Osmanlı’nın özellikle son dönemlerinde bu iki hastalık da başımıza bela oldu, binlerce insanımızı yitirdik.

Ama tarihte bilinen en büyük zararlardan birini Türk askeri gördü.

1912 yılında Balkan Savaşı...

Trakya’daki birliklerimizde, cephede kolera salgını başladı. Askerimiz kırılıyordu.

Aşısı vardı ama etkili değildi. (Savaştığımız Bulgar ordusu da aynı çileyi çekiyordu.)

Ordumuzda sağlık hizmetleri ve beslenme yetersizdi.

Hastalar İstanbul’a gönderiliyor ve pek çoğu orada can veriyordu.

★★★

1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başladı. Askerimiz Doğu cephesinde karlar üzerinde mücadele verirken bu kez başımıza tifüs belası açıldı.

Özellikle bitlerden geçen öldürücü bir hastalık...

O dönemde en olumsuz koşullarda savaş veren Mehmetçiğin sağlık koşulları yine yetersizdi...

Beslenme yok, yıkanma ve çamaşır değiştirip bitlerden arınma olanağı yok.

Subaylar dahil herkes bitli...

Ve tifüs salgını ordumuzu kırıp geçirmeye başladı.

Mehmetçik mikrobu kapıyor, ateşi yükseliyor, bayılıp kendini kaybediyor.

Bazı hastanelerin kapı önlerinde askerimizi karların üzerine çıplak yatırıp ateşinin düşmesi için çaba harcanıyor.

Cephedeki doktorlarımızın çoğu da, ilacı olmayan tifüs yüzünden can veriyor.

★★★

Şimdi bir düşünün...

Ordumuzu o kış koşullarında cepheye sürükleyen ve Sarıkamış hezimetine neden olan maceracı Enver Paşa, aynı kafadan arkadaşı Hafız Hakkı Paşa’Ordu Komutanı yapıyor...

Ve Hafız Hakkı Paşa da bir süre sonra tifüs kapıyor, Erzurum’da hastaneye kaldırılıyor ama kurtarılması mümkün olmuyor.

Hastanede ölüyor.

★★★

Uzun yıllar önce Anadolu’da, Avrupa ile birlikte veba salgınlarını yaşamıştık. O konuda yazılı kaynaklar olmadığı için elimizde yeterli bilgi yok.

Sonraki yıllarda Balkan Harbi’nde kolera ve tifüs salgınlarıyla boğuştuk ama elimizden fazla bir şey gelmiyordu.

En büyük tifüs zayiatını ise Kafkas cephesinde yaşadık.

Veba, kolera, tifüs derken insanlık aleminin başına şimdi yeni bir bulaşıcı hastalık, koronavirüs belası açıldı.

Öncekileri unuttuk gitti, günün birinde bunu da unutabilmeyi umuyoruz.