Meşrubat içmeyi hiç sevmem. Bütün ikramları geri çeviririm.

Sadece taze sıkılmış, soğuk meyve sularına hayır diyemem. Örneğin portakal suyu ve kan kırmızısı nar suyu.

Serinlemek için vazgeçemediğim içecekler ise limonata ve ayrandır.

Limonatayı en iyi yapanlardan biri de rahmetli kızkardeşimdi. Onun sayesinde limonatayı sevdim.

Limonları ince ince dilimler. Sürahinin içine önce limon dilimlerini dizer, üstüne bir şeker serper, sürahi doluncaya kadar kat kat bu işleme devam ederdi.

Sonra sürahinin ağzını kapatıp, ertesi güne kadar mutfağın bir kenarına terk ederdi.

Ertesi gün sürahinin içine biriken limon suyunu, buz gibi suya karıştırıp, ikram ederdi.

Unutulmaz bir lezzeti olurdu o limonatanın. Onu içerken damağım adeta çatlardı.

Çetin Altan da bir limonata hayranıydı. Milliyet Gazetesi’nde yazdığı köşe yazılarından birinde limonata konusunda şunları yazmıştı.

“Yaşamında hiç limonata içmemiş biri, limonatayı çok pahalı bir serinletici sanabilir. Oysa çok ucuz bir serinleticidir. Bir bardak suya bir çorba kaşığı toz şekeri döküp, iyice karıştırdıktan sonra, üstüne doğru dürüst sıkılıp çay süzgecinden geçirilmiş, yarım limon suyu eklersin... Ve hepsini karıştırırsın.

Bardak, görkemli ve uzunca bir bardaksa, yarım yerine bir limon sıkar, bir çorba kaşığı toz şekerini de, iki çorba kaşığı yaparsın...

Bir limonata, dişleri donduracak kadar mı soğuk olmalıdır?

Hayır, bardağın çevresine hafif bir buğu yalazlanması yapacak kadar soğuk olmalıdır.

Ayrıca bardağın içine kalıp buz atılmalı mıdır?

Hayır, gerekiyorsa bir tatlı kaşığı dövülmüş buz atılmalıdır.

Yarım tekerlek bir limon dilimi, bardağın kıyısına mı takılmalıdır, yoksa içine mi konmalıdır?

Bardağın kıyısına konduğu zaman, daha dekoratif olur; dileyen, limonun kokusunu daha keskin duymak isterse, bardağın kıyısına takılmış yarım dilimi bardağın içine atabilir.

İyi bir limonata yapmaya bu kadarı yeter mi?

Yetmez.

Çentilmiş limon kabuğuyla bir sap taze naneyi de, önce limonatanın içinde kısa bir süre tutup, sonra hepsini süzmek gerekir.

Böyle bir limonata ultra süper bir zenginlik sorunu mudur?

Hayır, sadece bir yaşam sevgisiyle, bir yaşam zevki sorunudur.”

1883 tarihli Ev Kadını adlı Osmanlı Türkçesi yemek kitabında Ayşe Fahriye ise limonata yapımını şöyle anlatır:

“Meşhur olan limonu sıkıp, toz şekerle karıştırıp, miktar-ı kafi su dahi ilavesiyle süzmekten ibaret ise de en alası bir bergamotun kabuğunun sarılığını ince rende ile alıp, şekerle porselen havanda kamilen ezip, limon ve adi su ilave etmeli ve kaffesi hallolunca süzmeli. Eğer bergamot bulunmaz ise limonun kabuğu üzerinde olan sarısını rendeleyip, şekerle ezmelidir. Bir de mevsimi olup da mezkur limon kabuğu ile birkaç adet taze nane yaprağı ezilir ise daha latif olur. Fakat limonata çokça durur ise acıyacağından, limon suyunu istimal olunacağı vakit karıştırmak lazımdır.”

Yani lezzetli serinlemek için çok paraya gerek yom. Bir limonun suyu, biraz buz, bir kaşık şeker, bir iki yaprak nane yaprağı.

Bu kadar ucuz.

Türkiye’de yemek kültürü ile ilgili kitap, makale bulamamaktan her zaman yakınmışımdır.

Ne zaman başım sıkışsa hemen Özyeğin Üniversitesi Gastronomi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özge Samancı’ya başvururum.

Bu sefer de öyle yaptım. Limonata konusundaki en kapsamlı makalenin onun kaleminden çıktığını gördüm.

Öğrendiklerime göre:

Limonata ve benzeri içecekler, Ortaçağ’da İran ve Arap kültürlerinde ortaya çıkmış.

Akdeniz’de ise ilk benzer içecek ağaç kavunundan yapılmış.

12. Yüzyılda Selahaddin Eyyubi’nin sarayında çalışan Musevi asıllı Arap doktor İbn-i Jumay, yazdığı risalede limonata tariflerine yer verir. Ama yaptığı içeceğe limon şarabı der.

Bu limon şarabı, kısa sürede Bağdat’tan Mısır’a, Sicilya’dan İspanya’ya yayılır. O devirde limon suyu büyük miktarlarda ticareti yapılan, kıymetli bir ticaret ürünüdür.

Limon şerbeti daha sonraki yıllarda, Osmanlı seçkinlerinin düzenlediği  davetlerde ikram edilen gözde bir içecek haline gelir.

Osmanlı döneminde ilk önceleri bal, gül yaprakları, misk ve amber ile tatlandırılan limon suyuna, 17. Yüzyıldan itibaren şeker konmaya başlar.

Arşiv belgelerinde, Sultan Abdülhamit’in her sene Hıdrellez için mayıs ayının başında Kağıthane’de, İstanbul’da askerlere ve yüksek mektep talebelerine verdiği ziyafetlerde limonatanın da yer aldığı belirtilir.

Özge Samancı makalesinde bu konuda şunları yazar: “1893 yılında Kağıthane’de verilen ziyafette kuzu dolması, zeytinyağlı enginar, sütlü irmik helvası, balık kızartması, çilek, kiraz, yoğurt, yeşil salata, şurup, ayran ve limonata sunulmuştur.”

Kurban bayramının birinci gününde, Sultan tarafından askerlere kavurmalı pilav ve limonata verilmesi de arşiv belgelerine yansıyan başka bir gelenektir.

Onca yıl geçmesine rağmen limonata hala herkesin sevgilisi.

Her ne kadar benim çocukluğumda, elindeki bardakları birbirine vurarak ritm tutturan sokak limonatacıları ortan kaybolsa da, büfelerde, vapurlarda, kahvelerde limonata varlığını koruyor.

Güneşin, virüsün, ekonomik krizin, diğer dertlerin kavurduğu bu günleri limonata ile serinletmenizi öneririm.