Müflis tüccar, iyi günlerini hatırlamak için eski alacak defterlerini karıştırırmış. Ben de aynı şeyi yaptım.

Pandemi yüzünden eve kapanıp kalınca konu sıkıntısı çekmeye başladım. Çareyi eski not defterlerimi karıştırmakta buldum.

Meğerse neler yemişim neler!

Hatırladıkça bazılarında dehşete düşüyorum, bazılarında ağzım sulanıyor.

Örneğin Malezya’da yediğim pirinç pilavı dürümünün tadını hiç unutamadım. Sokak aşçısı, nişastası bol pirinçten yaptığı lapayı, çok az yağ koyduğu tavaya yaydı. Lapanın altı iyice tutunca, üstüne hindistan cevizi rendeledi. Biraz acı soslu et koyup, börek gibi ikiye katlayıp verdi.

İlk ısırıkta damağımda havai fişeklerin patladığını hatırlıyorum.

Türkiye’ye dönünce ben de denemek istedim. Ama nişastası yüksek pirinç bulamadığım için çok başarılı olamadım.

Öte yandan Duryanlı balığın tadını andıkça, hala o kötü koku burun deliklerime doluşuyor.

Duryan meyvası, futbol topu büyüklüğünde, üstü üçgen çıkıntılarla kaplı bir meyve. Tıpkı bir topuz görünümünde. Bazı ülkelerde bu meyvenin toplu taşıma araçlarına sokulması yasak.

Nedeni de ondan yayılan kesif ayak kokusu! Yanına yaklaşmak mümkün değil.

Ama içinden çıkan meyvenin tadı dillere destan. Onun için Uzak Asyalılar bu leş kokulu meyveye bayılıyorlar.

Bir sokak satıcısı, bu meyve ile yapılan pelte ile pişirdiği balığı tattırdı. Kokusu bir yana tadı tamamen yabancımdı. Sütlaç içinde pişmiş balığı andırıyordu.

Bangkok’ta en sevdiğim öğün sabah kahvaltısı oldu. Papaya ve yapışkan pilavdan oluşan bu kahvaltıyı neredeyse her sabah yedim.

Türkiye’de bunu kavun-pilav olarak denedim ama aynı tadı yakalayamadım tabii ki!

Malezya’da bir de balık yahnilerini yemekte zorlandım. Öncelikle çok acıydı. Acılı lezzet, nemli sıcakla birleşince insan kaynar duşa girmiş gibi oluyor.

Diğer bir neden de balığın sosun içine yüzgeçi, kılçığı, kafası ile atılması. Boğazıma kılçık batmasın diye korka korka yediğimden yemeğin lezzetini bir türlü alamıyordum.

Ama balıklı sigara böreğinin tadının hala damağımda olduğunu söyleyebilirim. Sazan türü, beyaz etli bir balıkla yapılan bu böreği bulduğum her fırsatta yedim.

Türkiye’de bu böreği henüz denemedim. Levrek veya fener balığı etiyle lezzetli olacağını düşünüyorum.

Bir de kalın bambu çubukların içinde pişirilen pilavı çok beğenmiştim.

Beni en zorlayan bir başka şey de, yemeklerin sağ elin üç parmağı ile yenmesiydi. Kent merkezindeki sokak lokantalarının bazılarında istenirse çatal veriliyordu ama kırsal kesimde üç parmağınızı kullanmak zorunda kalıyordunuz.

Her ne kadar yakın geçmişe kadar ülkemizde de üç parmakla yemek yense de ben bu işi beceremiyordum.

Karşımdakilerin parmaklarından, sosların, yağların sızması iştahımı sıfırın altında bir seviyeye indiriyordu.

Vatozun tadına ilk kez Malezya’da baktım. Acı sosla birlikte muz yaprağına sarılan balık, ızgarada pişirilmişti.

Eti kalkanı andırıyordu ama biraz daha sertti. Sevip sevmemek konusunda kararsız kaldım!

Vietnam’da ise yediğim tavuk bacakları beni çok şaşırttı. Boğum boğum olan bacaklar, neredeyse benim kollarım kadar kalındı. Hiç böylesini görmemiştim!

Bacaklar yağda kızarıyordu. Görüntüsüne bakmazsanız oldukça lezzetliydi. Yani kanatın daha çok etlisiydi.

Bir de yediğim sığır toynaklarını unutmuyorum. Suda günlerce haşlanmış bu toynakların içinde, paça kıvamında jelatinli bir bölüm vardı. Kaşıkla yeniyordu. Biraz sirke ve sarımsak olsa paça yediğime yemin edebilirdim.

Eski defterleri karıştırınca bunlar aklıma geldi. Sizlerle paylaştım.

Umarım hoşunuza gitmiştir.

Pandemi uzayıp giderse eski defterleri karıştırmaya devam ederim sanıyorum!