Halkımız kesesine göre lezzetli yemek yiyeceği yerleri keşfetmeye başladı.

Artık mideyi şişirmek yok. Yemek yerken damağa da sorumluluk yükleniyor. Damağın onay vermediği yemeklere burun kıvrılıyor.

Lezzetin müşteri getirdiğinin farkına varan lokantalar da, mutfaklarına, kullandıkları malzemelere daha fazla dikkat eder oldular.

Sirkeci’deki Hocapaşa Pasajı, lezzete önem veren lokantaların sıralandığı bir yiyecek sokağına dönüştü.

Özellikle öğle saatlerinde tıklım tıklım kalabalık olan pasajda yerli kadar, Türk yemeklerinin tadına bakmak isteyen yabancıları da  görmek mümkün.

Sokağın girişindeki Meşhur Filibe Köftecisi, 1893 yılından beri ızgaraya köfte atmayı sürdürüyor. Sanırım İstanbul’un ilk köftecisi. Ondan daha eskisine rastlamadım.

Piştikçe kabaran köftelerin içi sulu sulu. Çatalınızı batırdığınızda yağlı su tabağınıza akıyor. Nedense benim hep gömleğime sıçrıyor. Bu lezzetli lekeye kızamıyorum. Hoşuma gittiğini bile söyleyebilirim.

Gazeteler Cağaloğlu’ndayken, bazı öğle yemeklerinde buraya kaçıp, kendime köfte ziyafeti çekerdim.

Tat hala aynı tat. Piyaz da aynı lezzetini sürdürüyor. Köfteler sayesinde hep anılara yolculuk yapıyorum.

Köftecinin tam karşısında, Erzurum’dan bir lezzet sizi karşılıyor. Şehzade Cağ Kebap, 1989 yılından beri yatık döneriyle damakları şenlendiriyor. Balıkesir ve Trakya otlaklarında beslenen Kıvırcık süt kuzusu ile yapılan kebap, hem yumuşak hem de sulu.

Şişlere saplanan etlerin alt kısmı az pişmiş oluyor. Erzurumlular böylesini seviyorlarmış. Ama İstanbul müşterisi için şişler bir de ızgara üstüne konuyor.

Ayrıca her gün taze kadayıf dolması yapılıyor. Bu, içi cevizli, dışı şerbetli özel tatlıyı sıcak yemenizi öneririm.

Pasajın bir başka önemli lezzet durağı da Kasap Osman. Aynı zamanda mahallenin muhtarı da olan Osman Bey, tam 56 yıldan beri kasaplık yapıyor.

“Başkalarına et vereceğime neden kendim yapmıyorum?” sorusundan yola çıkarak, 90’lı yılların başından itibaren döneri döndürmeye başlamış.

Etler, yukarı kattaki kasapta hazırlanıp, şişe takılıyor. Her şişte yaklaşık 50 kilo et oluyor. Dana-kuzu karışık döner, odun ateşinde kızarıyor.

Kasap Osman’ın ustası, döneri kağıt inceliğinde  ve tabaka tabaka kesiyor. İsteyene İskender kebap da yapılıyor.

Hocapaşa Pidecisi, sokağın bir başka lezzet durağı. İncecik, kıtır kıtır hamuru, bol kıymalı içi ile müşterilerine gerçek bir lezzet şoku yaşatıyor. Bir de özel Günahkar Pide var ki, yemenizi öneririm.

Pasajdan çıkıp, bir aşağı sokağa dönerseniz, sizi Güvenç Konyalı karşılayacak. Bu lokantada Konya Mutfağı’nın lezzetli yemekleri ile tanışabilirsiniz.

Hepsi orijinali kadar lezzetli. Yani Konya’ya kadar gidecek vaktiniz yoksa Konya mutfağını tatmanız için doğru bir adres.

Etli ekmeğin, bamya çorbasının, küflü peynirle yapılan pidenin mutlaka tadına bakmalısınız. Benim favorim Fırın kebabı oldu. Kemikler silkeleyince etten hemen ayrılıyordu.

Can Oba, Sirkeci’nin en önemli lezzet duraklarından biri. Uzun yıllar, Hocapaşa Pasajı’ndaki küçücük restoranında yaptığı yemeklerle damakları çatlattı.

Can Oba şimdi, Büyük Postane’den Eminönü’ne doğru inen sokağın içine taşınmış. Bina, eskiden Fransız tütün deposuymuş. Çok titiz bir restorasyondan sonra şık bir restorana dönüşmüş.

Can Oba her zamanki gibi mutfakta birbirinden lezzetli yemekleri hazırlıyor. Mönü ağız sulandırıcı. Eğer giderseniz, Acılar Dünyası adlı pizzanın mutlaka tadına bakmanızı öneririm. Üç yöresel acı biber ve manda sucuğu ile yapılan pizza tam Türk damağına göre. Mönüdeki diğer yemekler de damakları şaşırtıyor.

Üşenmeyip, Cağaloğlu’na kadar çıkarsanız, size dünyanın en lezzetli hamamını önereceğim. Cağaloğlu Hamamı’nın içindeki 1741 Lokanta, İstanbul’un yeni gözdelerinden bir tanesi.

Mönü et ağırlıklı. Kaburga tiriti, beğendili kuzu sırtı gerçekten her övgüye layık.

Sirkeci artık lezzet avcılarının gözde semtlerinden biri oldu. Giderseniz pişman olmazsınız.