En katıksız, en yalın yanıyla Galata Kulesi’ni çaldılar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi iktidar partisinin elinden seçim yoluyla gidince Galata Kulesi de Ankara’dan “yaptık oldu” yoluyla çalındı.

6’ncı Yüzyıl’da yapılmış.

Deprem görmüş.

Cenevizlilerce onarılmış.

1500 yaşında.

Dilden dile, kulaktan kulağa onun için efsaneler söylenmiş, yazılmış: Bir genç kız ile bir genç erkek, Galata Kulesi’ne birlikte çıkarlarsa; sonunda evleneceklerine inanılırmış. Bir başka efsaneye göre ise Galata Kulesi, tam karşısında Boğaz’ın Marmara ile buluştuğu yerde bulunan Kız Kulesi’ne aşıkmış. Kız Kulesi de Galata’ya uzaktan uzağa, gizliden gizliye platonik bir aşk duyarmış. İstanbul Boğazı ise sevgililerin kavuşmasını engelleyen bir su yoluymuş. Galata Kulesi, aşkını mektuplara, şiirlere döker. Kanat takıp Galata Kulesi’nden Üsküdar’a uçan Hezarfen Ahmet Çelebi’nin kulağına aşkını fısıldar. Hezarfen de bu aşkı Kız Kulesi’ne ulaştırır. Kız Kulesi sevinçten havaya uçar.

Efsane bu!

★★★

Bin yıl düşün!

Aklına gelmez.

Kılıfa uyduruldu.

Galata Kulesi çalındı.

Osmanlı şehreminleri (Belediye Başkanları) döneminden beri; örneğin ilk şehremin Pepe Salih Paşa (1855) ve son şehremin Ziya Bey’e (1923) kadar Galata Kulesi “bir tarihi varlık” olduğu için İstanbul Belediyesi’nin “mülkü” kabul edilmiş, yönetimi belediyeye bırakılmıştı. Cumhuriyet kuruldu, bu anlayış değişmedi. Nitekim Tayyip Erdoğan Belediye Başkanı olduğunda da Galata Kulesi İstanbul Belediyesi’nin mülküydü ve öyle kaldı.

Erdoğan gitti.

Müfit Gürtuna geldi.

Mülkiyet değişmedi.

Gürtuna gitti.

Kadir Topbaş ve sonra da yine AKP’li Mevlüt Uysal geldiler (25 yıl boyunca) Galata Kulesi yine İstanbul Belediyesi yönetiminde kaldı. CHP’li Ekrem İmamoğlu seçilince Galata Kulesi, “Tarihi Varlık değil Vakıf Varlığı” sayıldı, kitabına uyduruldu ve İstanbul Belediye mülkiyetinden alınarak Turizm Bakanlığı’na geçirildi.

Koca Galata Kulesi!

Gündüz gözüyle çalındı.

★★★

Galata Kulesi’ne çıkanlarınız vardır, çıkar çıkmaz insan kuş görüşüne bürünür. Kafasını çok hafif oynatarak bütün İstanbul’u bu kuleden görür. Ekrem İmamoğlu Belediye Başkanı seçilince ve İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı’na da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde 15 yıl görev yapan ve nadir eserler uzmanı olan Mahir Polat’ı getirince “Galata Kulesi’ni Panoramik Müze” yapma projesi geliştirdiler. Mahir Polat, Karar Gazetesi’nden Saliha Sultan’a dün yaptığı açıklamada “Galata Kulesi’ni bakmak ve görmek üzerine panoramik bir müzeye dönüştürmek istediklerini” söyledi.


Bektaşi’nin Ramazan hikayesi!


Bektaşi köyün kahvesinde oturuyor­muş. O gece sahura kalkılacak; yan masadakiler “Baba Erenler! Rama­zan’da sen ne yapacaksın” diye hınzırca sormuşlar. Baba Erenler, bir kağıt uzatmış ve bir de kalem.

-Kağıda yaz, ver.

-Ben unuturum.

Demiş.

Yan masadakiler, aralarında fısıldaşıp gülerek kağıt ile kalemi almışlar; “Yarın Ramazan” diye yazmışlar.

İlk sahur olmuş.

Gün başlamış.

Baba Erenler, uyanmış, kağıda bakmış; “Yarın Ramazan” diye yazıyı okumuş; “Yarına kadar Allah Kerim” demiş.

Ertesi gün yine aynı.

Sabah uyanmış.

Kağıda bakmış.

Yarın ramazan.

Yarına Allah Kerim.

Bir ay geçmiş, bayramın ilk günü uyanmış, pencereden dışarı bakmış sokakta davullar, zurnalar, neşe içinde dolaşıp bayramlaşan çocuklar. Başını pencereden uzatmış sormuş:

-Yahu ne bu velvele!

-Haberin yok mu.

-Bayram...

-Bayram...

Baba Erenler, cevabı duyunca serze­nişli bir tavırla söylenmiş: Hey Mübarek gelir gidersin de haber vermezsin.

★★★

Bu yıl Ramazan, Baba Erenlerin hikayesindeki gibi neredeyse haber vermeden geldi, gidiyor. Kentlerde ve ilçelerde “ramazan çadırları” kurula­madı, camiler de kapalı olduğu için tarihi camilerin önünde iftar öncesi ve sonrası insanlar aileleriyle birlikte toplanamadı­lar.

Lüks oteller de kapalıydı.

VİP iftarları da görmedik.

Bir önceki yılın ramazanında dini bilgi­si yüksek, nefesi keskin ilahiyat hocaları en çok konuşan, TV’de görünenler olur­du. Bu Ramazan’da en çok doktorlar ve Bilim Kurulu üyesi tıp hocalarının sözleri dinlendi.

★★★

Bilim Kurulu, Ramazan başlamadan önce Ocak ayında oluşturuldu. 34 pro­fesör, doçent, kendi alanında uzman ve bir bölümü de dünya ölçüsünde tanınmış isim bir araya geldiler.

Her gün toplandılar.

Virüsle mücadelenin ilk adımı olan okulların, camilerin, AVM’lerin, büyük kent meydanlarının kapatılması, spor karşılaşmalarının ertelenmesi, 20 yaş altı gençlerin ve 65 yaş üstü büyüklerin sokağa çıkmalarının kısıtlanmasına ka­dar bütün önemli kararların alınmasına danışmanlık yaptılar. Gönüllülük esasına göre çalıştılar. Tek kuruş ilave ücret almadılar.

Sözünü bile etmediler.

“İlave maaş alıyor muzunuz” diye soranlara; “vatan ve millet için çalışıyoruz, bunun onuru bize yetiyor” dediler. Bu doktorlar, Cumhu­riyet tarihinin ilk yıllarında dara düşmüş Anadolu insanının yardımına koşan ve “sıtma ile veremin kökünü kurutan” kuşağın torunları olduklarını gösterdiler.

★★★

Bu yıl Ramazan, Bektaşi hikayesindeki gibi sessizce gelip geçti, ama bence çok önemli, dinin rahmet-merhamet lima­nında derin, izler bıraktı.

Veren el.

Kendini göstermedi.

Alan el.

Veren eli görmedi.

Su faturası askıya çıktı.

Ödeyen el.

Kendini öne çıkarmadı.

Fatura borçlusu!

Ödeyeni bilmedi.

Ramazanda iftar çadırları kurup bunu siyasi oy artırma aracı haline getiren belediyecilik, yerini “merhameti- elin­dekini bölüşmeyi- alçak gönüllü­lüğü- insan onuruna saygıyı öne çıkarmayı teşvik eden yeni bele­diyecilik” aldı. Gelecek yılın Ramazan ayında da “askıda su faturası beledi­yeciliğinin” devamı olan “denk bütçe yapan, borç bulmadan hizmet üreten belediyeciliği” görmek isteriz.