Toplum, sevdiği, beğendiği insanlar için gün icat ediyor.
Onurlandırıyor. Babalar Günü, Anneler Günü, Sevgililer Günü. “Çalışan Gazeteciler Günü” de var. Dostlar, arkadaşlar, en çok da okurlar “Kalemin hep özgür kalsın” diye desteklerini yolladılar.

Teşekkür ederim.

Sayıldı, sıralandı.

91 gazeteci tutuklu.

Son 15 yılda: 12 bin gazeteci yargılandı. 2019 yılında 59 gazeteciye 200 yıl hapis cezası verildi. Son 13 ayda: 215 TV, 100 gazete kapandı. İşsiz kalan gazetecilerin sayısı da 11 bini geçti.

★★★

Bunlar acı gerçekler.

Sayılsın, sıralansın.

Tamam da ben Çalışan Gazeteciler Günü’nde; “Şinasi’nin mezarı niçin kayıp” sorusunun da sorulup tartışılmasını isterdim. Şinasi Türk gazeteciliğin babasıydı. İlk gazeteyi çıkardı. Mezarı kayıp. Ben, gazeteci Namık Kemal’in kendisini yargılayan yargıca; “Bu iddianamede sadece iki şey doğru. Bir, suçlanan ben Namık Kemal ismi, bir de altındaki mühür, geri kalan hepsi iftira...” demek zorunda kaldığı günlerin hatırlatılmasını da isterdim. Ben, Sabahattin Ali’nin niçin boğdurulduğunun dile getirilmesini de isterdim. Ben Gazeteciler Günü’nde; Türkçeyi en iyi kullanan şairlerimizden Nazım Hikmet’in “neden yurt dışına kaçmak zorunda bırakıldığının” da bugünün gençlerine hatırlatılmasını da isterdim.

★★★

Nazım Hikmet dedim, akılıma Kemal Ahmet geldi. Nazım Hikmet, onun için şu şiiri yazdı:

“Kafası

Yüzde yüz

Uygun muydu kafama

Bilmiyorum, ama

O benim soyumdandı.

Etiyle kanıyla değil,

Belki de heyecanıyla değil.

Batırıp parmaklarını

Kanayan yarasına

Beyninin ışığını

Sattığı için,

Bir ekmek parasına...

Tutunmak istedi:

Kaçtılar;

Çalıştı; kırbaçladılar;

Susadı;

Kendi kanını içti O!

Parça parça

İnsan kafası satılan

Kaldırımlarda aça yatılan

Bir caddeden

Mukaddes bir ıstırap

Şarkısı gibi

Gelip geçti O!”

Kemal Ahmet, gazeteci, yazı emekçisiydi. O gazeteden öbür gazeteye geçmek zorunda kalıyordu. Aldığı maaş yetmiyor, geceleri çalıştığı gazetenin yazı işleri masasında uyuyordu. Bir sabah onu yazı işleri masasında ölü buldular.

★★★

Ülkemizin gazeteciliği, hapisle, sürgünle, yoklukla, işsizlikle, korkutulmakla, egemen baskısı ve iktidarların sansürü ile yola çıktı, 150 yıl sonra bugün yine aynı günlere geldi.

Gazeteciliğin tarifi çok:

Haber verme mesleği.

Gerçeği yazma mesleği.

Gizleneni bulma mesleği.

Saklananı açıklama mesleği.

Benim tarifim: Gazetecilik acı çekenin acısını, acı çekmeyene duyurma mesleğidir. Egemenler, güçlüler, iktidarlar gerçeği gizler, yargıcı-savcıyı alet eder; topluma acı çektirirler. Korkmadan, yılmadan, eğilmeden, bükülmeden, satılmadan acı çekenin acısını çekmeyene duyurmalı...

★★★

Ülkemizde ilk kez bir gazete günlük 1 milyon okura ulaştığında (1968 yılı) o gazetenin genel yayın müdürü Necati Zincirkıran’dı.
Gazetecilik deneyimlerini “Olaylar, Anılar ve Gerçekler” başlığıyla yazdığı kitapta topladı. Kitabın 420’nci sayfasında şu cümleler var: “Gerçek gazetecilik kolay bir iş değildir. Önce adam gibi adam olmayı gerektirir. Gerçekleri bulup çıkarmak, işlemek, haberleştirmek, yazmak, yayınlamak cesaret işidir. Cesaret, etik, bağımsızlık, özgürlük, berraklık ve şeffaflık gazetecilik mesleğinin varoluş nedenleridir. Bu nedenler yitirildiğinde gazetecilik ölür. Eksikliğinde ise güven yitirilir, itibar azalır, satışlar düşer. Gazeteler varoluş nedenlerini yitirdikleri zaman yaşayamazlar.”