Doğruyu söylemek değil anlatmak güçtür. Dün Cumhuriyet Gazetesi’nin manşetine haberi koymuşlardı. Haberi yazan muhabir Alican Uludağ’ın da fotoğrafı vardı.

Konu ne?

Hakimler ve Savcılar Kurulu, 13 üyeden oluşuyor. İki daire halinde çalışıyor. Kurulun Başkanı Adalet Bakanı ve Bakan Yardımcısı da kurulun doğal üyesidir.

Bunu biliyoruz.

Ne olmuş?

Haberde anlatılıyor: Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) geçen hafta bir “kura töreni” düzenlemiş. Bu törende 940 hakim ve 439 savcı olmak üzere toplam 1379 hakim ve savcının ataması yapılmış. Bu törene Cumhurbaşkanı Erdoğan da “video-konferans” yoluyla katılarak yeni hakim ve savcılara “altın değerinde” öğütler söylemiş. Ve demiş ki; “vasat bir kanunla hakim ve savcılar adaleti tesis edebilir. Ama vicdanı olmayan hakim ve savcıların elinde kanunlar birer zulüm aracına dönüşebilir”

★★★

Yani!

Hakim bağımsız olmalı.

Savcı adaletten şaşmamalı.

Adalet adamlığı yücedir.

Vicdan önde gelmeli.

Kanun zulüm aleti olmamalı.

Ne kadar güzel değil mi?

Fakat ne olmuş: HSK’nın “kura ile hakim ve savcı ataması” yapılırken “kayırma-kollama-taraf tutma- adaleti başından bağlama” öne geçmiş. Listelere bakmışlar. Atananlar arasında eski adalet bakanının, eski AKP milletvekilinin, eski emniyet müdürlerinin, adalet bakanlığı eski müsteşarının oğulları, gelinlerinin yer aldığı, iktidarın ittifak ortağı MHP’ye de ayrıca “kontenjan” verildiğini görmüşler.

Hani hakim bağımsız olacaktı!

Savcı vicdanı öne geçirecekti?

Dilleri ne söylüyor?

Kuradan ne çıkıyor?

Gözleri döndü.

★★★

Bundan tam 51 gün önce 8 Nisan 2020’de Karar Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, “Bir hukuk adamının sancısı” başlıklı bir yazı yazdı. Ahmet Taşgetiren, son 2-3 yıla kadar AKP iktidarını, Cumhurbaşkanı ile kadrolarını, yaptıklarını desteklemiş, savunmuş bir yazar. Taşgetiren, bu yazısında Tayyip Erdoğan Başbakan olduğunda “en güvenilir hukuk danışmanı” ve Cumhurbaşkanı olduğunda da “ona aracısız direkt ulaşabilen az sayıdaki insandan biri olan” Prof. Dr. İzzet Özgenç ile “Türkiye’de hukuk ve adaletin geldiği düzeyi” konuşmuş.

Prof. Dr. Özgenç:

1- Türkiye’de hukuki hatalar (yani kanunların zulüm, hakim ve savcıların taraflı hale dönüşmesi) bilinçli yapılıyor.

2- Cumhurbaşkanı görünüşte her şeye hakim, ama aslında başka bir irade var.

3- Birilerini koruyor.

Bunlar benim iddialarım değil.

En güvenilir hukuk danışmanı.

Aracısız görüşebilen.

Hukuk profesörü söylüyor.


Söz içtim dilim yandı!


2 yazı yazdım.

30 mektup aldım.

E-posta yoluyla bana ulaşan okurların çoğu; “Dilimiz bozuluyorsa çökeriz” diye yazıyor.

Bir seçme yapacağım.

“Bijuteri” den başlayayım:

“Merhaba,

Ben Bulgaristan doğumlu bir Türküm. Orada Türkçenin hasretini epey çektik. Anavatan’a geldiğimde hayal kırıklığına uğradım. S. Ali’nin, Y. Kemal’in roman ve öykülerindeki dili bulamadım. Arabamla geçerken İstanbul’da bir kuyumcu gördüm. Adını ‘Deniz Bijuteri’ koymuş. Önünde durdum; ‘Şu arabama 4 buji verir misiniz?’ dedim.

Adam, şaştı kaldı.

Plakaya baktı.

‘Anladım’ dedi.

-Sen soydaşlardansın. Bu yüzden Türkçen eksik.

Ben de anlatmaya başladım: ‘Bujinin’ Türkçesi ‘Ateşleyici’dir, sizin sattıklarınız ise ‘Biju’ ki Türkçesi ‘Takı’dır.

Adam başını kaşıdı!

O yıllarda (30 yıl önce) çok gazete okuyordum, en çok satan gazetenin, en çok okunan yazarı Bursa’ya gitmiş, dönmüş, gördüklerini köşe yazısında şöyle yazıyordu: ‘Bursa, lokal olan Kestane Fuarı’nı 1. Tradisyonel ve Enternasyonel olarak organize etti’... Bilgili yazarımızın cümlesinde 5 yabancı sözcüğün tümünün Türkçe karşılığı var ama kullanmıyor. AHMET ALAN.

★★★

Türkçeyi sevme.

Varlığını koruma.

Sadeliğini sağlama.

Güçlü bir ilim, edebiyat, sanat, anlaşma, birleşme yapıştırıcısı haline getirme isteği var. Mektuplardan anlıyorum ki, bu konuda güçlü bir damar yaşıyor. Mektupların noktasına dokunmadan burada sizinle paylaşmak isterdim. Ama mümkün değil. Özetleyerek aktarmaya çalıştım.

Başka bir mektup.

“Merhaba,

1956 yılında genç bir liseli iken ‘Adam gibi yapılan’ spiker sınavıyla İzmir Radyosu’na giren, daha sonra yıllarca TÜRK dili ile uğraşan, pek çok öğrenci yetiştiren TRT’nin güzel, saygın, dürüst ve en şerefli zamanlarında Spiker- Baş Spiker- Baş Prodüktör Spiker-Şube Müdürlüğü, TV ve radyolara ‘Spiker-Prodüktör’ yetiştiren ve en önemlisi ‘DOĞRU KONUŞMAK VE DİLİMİZ’ başlığı altında dersler, söyleşiler yapan emekli bir TRT elemanıyım. Ama şimdi kesinlikle bu sıfatı kullanmıyorum. Yani ‘TRT’ sözcüğü sözcük dağarcığımda yok. Çünkü son yıllarda ‘Dilimizin’ raydan çıkmasının öncüsü bu kurum oldu. GÜNAY OĞUZ.

★★★

Çok ilginç.

Günay Oğuz, aynı metni almış, onar yıl arayla dilimizdeki sarsıntı, bozulma ve yozlaşmanın nereye geldiğini şöyle anlatmış.

Yıl 1960

“Karşıma aniden çıkınca ziyadesiyle şaşa kaldım. Nasıl bir eda takınacağıma hüküm veremedim. Adeta vecde geldim. Buna mukabil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalade rahatlatan bir tebessüm vardı. Üstümü başımı toparladım, kendimden emin bir sesle ‘akşam şerifleriniz hayır olsun’ dedim.”

Yıl:1970

“Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım... Ne yapacağıma karar veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir gibi oldum. Yüzünde beni rahatlatan bir tebessüm vardı. Üstüme çeki düzen verdim, kendimden emin bir sesle ‘İyi akşamlar efendim’ dedim.”

Yıl:1980

“Karşıma aniden gelince çok şaşırdım... Nitekim ne yapacağıma hüküm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lakin kısa bir süre sonra kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı. Üstüme çeki düzen verdim, kendimden emin bir sesle ‘Hayırlı akşamlar’ dedim.”

Yıl:1990

“Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım. Fena halde kal geldi yani... Ama ‘bu iş bizi bozar’ dedim. Baktım o da bana bakıyor, ‘bu iş tamamdır’ dedim. Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle ‘SELAM’ dedim.”

Yıl:2000

“Abi onu karşımda öyle görünce ÇÜŞ falan oldu yani... ‘Oğlum bu iş bizi kasar, fena göçeriz, Enjoy durumları yani. Ama CON CON muyum ki ben’ dedim. Baktım ki oda bana kesik... ‘Sarıl oğlum’ dedim, bu manita senin... HAV AR YU YAVRUM?”

Yıl:2020

“VEN AY VAZ Sİ HÖR, ben yani işte öyle birden.... OFFF AY DONT NOV ABİ YAAAA... Ama o da bana öyle baktı ki İF SO AŞIK, LEN BU MANİTA... HAY BEYBİ.”

Günay Oğuz, mektubunu şöyle bitirmiş: “Yazık ve acı.”

★★★

Başka bir mektup:

“Günaydın,

İlginize teşekkür ederim. Gerek yazılı ve gerekse görsel basında konuşmacı, sunucu ve yazarların en çok kullandıkları yabancı sözcükler:

‘Ayrıntı’ yerine ‘Detay’,

‘Özür dilerim’e ‘Pardon’,

‘İlginç’ yerine ‘Enteresan’,

‘Kışkırtma’ya ‘Provokasyon’,

‘Çözümleme’ye ‘Analiz’,

‘Başarı’ya ‘Performans’,

‘Aktarma’ yerine ‘transfer’...

Kim yarattıysa ‘adına’ diye bir sözcük üretildi. ‘İçin ya da amacıyla’ yerine kullanılıyor. ‘Yapmak adına, gitmek adına gibi’... Buna anlı şanlı yazarlarımız bile aldırmıyor. M. ŞEFİK BALKANLI.”

★★★

Bir Türkü var, bilirsiniz: “Süt içtim dilim yandı” diyor. Bir başka Türkü daha var, o da “Söz içtim dilim yandı” diye yakınıyor. Başka dillerden kelime almak bir dil için kusur değil ama fikir, bilgi, teknoloji üretmeden ve kaçınılmaz olarak bu üretimlerin karşılığı kelimeleri de var edip dilimizi zenginleştirmeden yabancı dillerin bilgiçlik kokan kelimelerine teslim olursak dilimiz yanar. Yanıyor. “Maklubeye kaşık salladık” diye ağır felsefe yapılır oldu.

Gecesi sümbül kokan.

Türkçesi bülbül kokan.

Günler sizinle olsun.