Bu tablo her ülkede aşağı yukarı var. Hastaneler aşırı yoğun. Doktor, hemşire, sağlık çalışanı zordalar. Çaresizlikten ağlayan hemşire fotoğrafları yayına sokulur oldu. Tamam da Türkiye’nin “daha iyi durumda” olması, farkını fark ettirmesi gerekirdi.

Servislerde yer yok.

112 Ambulans !

Boş yatak arıyor.

Ankara, İstanbul, İzmir’de hastane kapılarında uzun kuyruklar oluştu. Belediye Başkanı “İstanbul’da kontrol dışı bir süreç yaşanıyor” diye açıklama yaptı. Sağlık sisteminin kapasitesi bütün yurtta yetersiz kalmaya başladı. Kamu hastanelerinin yatakları dolduğu için valiler devreye girip özel hastaneler ile üniversite hastanelerini devreye sokmaya çalışıyorlar.

Kovid torpili hortladı.

Milletvekilleri.

Parti başkanları.

Adı “hatırlıya” çıkmışlar, “torpil gücünü çalıştırarak” devlet hastanelerde yer bulmaya aracı oluyorlar. Kasım ayındayız ve Türkiye’de durum koronanın ilk patladığı Mart ve Nisan ayından daha yüksek dozda salgın oldu.

★★★

Oysa fark bekliyorduk.

Arsayı devlet verdi.

Hastaneyi iktidara yakın iş adamı müteahhit şirketi yaptı. Her bir yeni şehir hastanesinin yapım maliyeti önce Strateji Bütçe Bakanlığı’nca ortalama 800 milyon lira olarak hesaplandı, fakat hangi iş adamına verileceği de baştan belli hastane yapımları yaklaşık 1.5 milyar liraya ihale edildi. Hasta garantisi dövize vidalı, tahkimi Londra Mahkemeleri’ne ayarlı Kamu- Özel İşbirliği (KÖİ) ile “Şehir Hastaneleri” devlete yani Sağlık Bakanlığı’na kiralandı.

Modele bak.

Bak bak!

Otur ağla!

Davul, devletin sırtında.

Tokmak iş adamının elinde.

Devlet hastaneye kiracı yapıldı ve ilk yılın sonunda gördük ki, devletin iş adamına ödediği hastane kira bedeli yüzde 50- 60 oranında arttı. Oysa aynı yıl devlet kurumu TÜİK yıllık enflasyonun yüzde 10- 11 olduğunu ilan ediyordu. Hastanelerin hizmet bedeli de yaklaşık yüzde 45- 50 artırıldı. Bir hastaneye ödenen kira bedeli ile 3 hastane yapılabileceği gazetelere manşet bile oldu.

18 yıllık iktidar!

Farkı böyle yaratmıştı.

Bol kepçe devlet parası yapımcı müteahhit şirketler köşeyi dönsün diye aktarılmıştı. Korona belası dünyayı sardığında bu farka dayanarak; “kazıklandık ama elimizde ‘Şehir Hastanelerimiz var’ diğer ülkelere göre daha iyi durumdayız” diye düşünüyorduk.

★★★

Size söylüyorum.

İktidara!

Nerede farkınız?

Vatandaşı hastane kapısında devlet sahipsiz bıraktı. Sağlık çalışanları da maddi ve manevi olarak mağdur durumda kaldı.

TARİHLE RÖPORTAJ (Unutkanlığa ilaç)



50 bin dolarlık çantaya da saydamlık!


“Ekonomi, hukuk ve demokraside bir seferberlik başlatılacağını” açıklayan yeni Hazine ve Maliye Bakanı ile Cumhurbaşkanı, bu seferberliğin taşıyıcı kolonunun “saydamlık- şeffaflık” olacağını da söylediler. O zaman saydamlık Cumhurbaşkanı eşinin 50 bin dolar değerinde olduğu iddia edilen özel yapım ithal çantasından başlasın. Bu çanta “gerçekten hakiki mi, çakma mı” halk bilsin. Hürriyet yazarı Hande Fırat, “Çanta orijinal değil çakma (imitasyon)” diye yazdı, ama haberin içinde bu bilgiye araştırma yaparak ulaştığını gösteren bir belge görmedik. Kendisine “Emine Erdoğan orijinal marka çanta kullanmamaya özen gösteriyor” denilmiş, o da söyleneni haber diye yazdı. Bu çanta çakma mı, orijinal mi, parasını kim ödedi? Toplum şeffaflık, saydamlık bekliyor. Ayrıca Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici de “Cumhurbaşkanı ailesiyle ilgili olumlu, sevimli halkla ilişkiler haberleri yayımlanırken ses çıkarmayıp, eleştiri haberleri yayımlandığında itiraz etmenin tutarlı bir yaklaşım olmadığı ortada. Üstelik Emine Erdoğan’ın hiçbir kamusal etkinliğe katılmayan, kamusal faaliyetlerden uzak durmaktan hoşlanan bir lider eşi olmadığı da ortada. Eski Cumhurbaşkanı eşleri Semra Özal’ın YSL işlemeli çorabının ve Hayrünnisa Gül’ün kırmızı tabanlı ayakkabısının yazılması ne kadar doğalsa Emine Erdoğan’ın 50 bin dolarlık Hermes marka çanta tutkusunun medyaya konu olması da o kadar doğaldır” diye yazdı. Şeffaflığın takipçisi olmayı Unutma!