İşsizlik oranları açıklandı. Geçen yıla göre düşmüş. İnsanlar bir gördüklerine, yaşadıklarına, çevrelerine bakıyor, bir de TÜİK’in “Mart ayında işsiz sayısı düştü” diyen güllük gülistanlık açıklamalarına.

Geçen yıl mart ayı:

İşsiz sayısı:

4 milyon 544 bin.

Bu yıl mart ayı:

İşsiz sayısı:

3 milyon 971 bin.

İşi olan sayısı geçen yılın mart ayına göre artmış. Yani TÜİK’e göre işsiz insan sayısı azalıyor.

Tarihte görülmemiş.

TÜİK Başkanı ile 10 bölge müdürünü görevden alınınca demek ki işsiz sayısı düşüyor!

TÜİK’e kim inanır?

Başkan ile bölge müdürleri niçin görevden alındılar? Ne yaptılar? Ne yapamadılar? Hangi korkudan ötürü susuyorlar?

★★★

İşsizlik büyük yara.

İlacını bulanı, önereni bu toplum baş tacı edecek. Büyük şair Nazım Hikmet’in “İşsiz kalmanın” acısını anlatan bir şiiri var:

“Haydarpaşa garında
1941 baharında
saat on beş.
Merdivenlerin üstünde güneş
yorgunluk
ve telaş.
Bir adam
merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek.
Zayıf.
Korkak.
Burnu sivri ve yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam
-Galip Usta-
tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur:
Kaat helva yesem her gün
diye düşündü
5 yaşında.
Mektebe gitsem
diye düşündü
10 yaşında.
Babamın bıçakçı dükkanından
Akşam ezanından önce çıksam
diye düşündü
11 yaşında.
Sarı iskarpinlerim olsa
kızlar bana baksa
diye düşündü
15 yaşında.
Babam neden kapattı dükkanını?
diye düşündü

16 yaşında.
Gündeliğim artar mı?
diye düşündü
20 yaşında.
Babam ellisinde öldü,
ben de tez mi öleceğim?
diye düşündü
21 yaşındayken.
İşsiz kalırsam”
diye düşündü
22 yaşında.

İşsiz kalırsam
diye düşündü
23 yaşında.

işsiz kalırsam
diye düşündü
 24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak
İşsiz kalırsam
diye düşündü
50 yaşına kadar.
51 yaşında

İhtiyarladım.   dedi
babamdan 1 yıl fazla yaşadım.»
Şimdi 52 yaşındadır.
İşsizdir.
Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde
yorgan olacak mı?
diye düşünüyor.”

★★★

Nazım Hikmet yukarıdaki şiiri 80 yıl önce yazdı. 80 yıl sonra bugün yine herkesin en büyük korkusu “işsiz kalırsam” oldu. İktidar belli ki, bu konuda havlu attı. İnşaat sektörünü desteklerse, Avrupalı ve Rus turistler de yeniden gelmeye başlarsa, toplanacak vergiyi artırıcı iç tüketim de canlanırsa ve iç tüketim canlandığı için fabrikalar da işten attığı işçileri yeniden işe alırsa “işsizliği çözeceğine” inanıyor.

Sözde paketler açıyor.

Sözde modeller deniyor.

Sözde ümitler parlatıyor.

İş bulamayıp da kıvranan ve işi olup da “İşsiz kalırsam” duygusunun esiri haline gelen insanlara bir umut kapısını iktidar aralayamıyor. Muhalefet partileri, “işsizliğe ilaç olacak modellerini” topluma açıklamalılar.

Tam zamandır!


Ayasofya uydurmaları!


Ayasofya’nın yeniden tam anlamıyla ibadete açılması gündem olunca ben de eskiden tuttuğum “Ayasofya Notları” adlı defteri hatırladım. Perşembe günü bu defterden söz eden bir yazı yazmıştım. Deftere yeniden baktım.

Bir bölüm açmışım.

Kendimce “Ayasofya Uydurmaları” adını koyduğum bu bölüme şu notları çıkartmışım. Halkın kulaktan kulağa söyleye geldiği ve efsaneye dönüşen anlatımlar. Birçoğunu Evliya Çelebi, anlatmış.

Çok ilginç:

Ortodokslar ayrı.

Katolikler ayrı.

Müslümanlar ayrı.

Söylence üretmişler.

Her biri kendince bir yorum bulmuş ve efsanenin kahramanını kendi dinine, milletine, kralına, padişahına mal etmişler.

★★★

Bir söylence:

Hz. İsa’nın kundağı, gömleği, başörtüsü, kemeri, sandaletleri, elbisesi ve kefeni, çivilendiği haç, vücuduna çakılan çiviler, çalıdan yapılma tacı,  çarmıktan indirilip konulduğu döşeme,  bu döşeme üzerinde Annesi Meryem’in bal mumu kadar temiz gözyaşları, Hz. İsa’nın ayaklarını yıkadığı leğen, kullandığı peşkir, çoğalttığı 12 ekmek sepeti sandıklarda Ayasofya’da bulunuyordu.

Yani buna inanılıyordu.

Meryemananın sütü.

Toniği, mantosu.

Kemeri ayrı bir sandıkta yine Ayasofya’daydı aynı söylenceye göre.(Bu notlar Topkapı Sarayı’nda 9 yıl ve Ayasofya Müzesi’nde 3 yıl müdürlük yapan Sabahattin Türkoğlu’nun kitabından özetlendi)

Başka bir söylence:

Ayasofya’nın çok değerli olduğuna inanılan yerleri var. Devirden devire, çağdan çağa, inandan inana bu yerlerin önemi yer değiştiriyor.

Bir örnek:

Terleyen Direk.

Ve Serin Pencere.

Sultan II. Mahmut döneminde çok ünlendiler. O yıllarda İstanbul halkı ve tüm büyük kentlerdeki Müslümanlar, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed’in çok saygı gösterdiği hocası Ak Şemseddin’den ilk tefsir dersini “Terleyen Direk ile Serin Pencere’nin önünde aldığına” inanıyordu.

★★★

İlk uydurucular kimdi?

Söylenceyi ilk başlatanlar Ayasofya kilise olduğunda ve sonra da camiye dönüştürüldüğünde burayı cemaate gezdiren ve gezdirirken bilgilendiren din adamlarıydı.

Örnek:

Ayasofya Kilise iken:

Kubbesinde mozaikleri olan dört melek: İsrafil, Cebrail, Mikail ve Azrail yılda bir kez canlanırlardı. Canlanınca ne yaparlardı? Herkes kendi mezhebine, inancına göre meleklere bir şeyler yaptırırdı.

Örnek:

İmparator Ayasofya’yı yaptırırken para sıkıntısına düştü. Beyazlar giymiş bir delikanlı surların dışından katırlar sırtında 4 dolu küp getirdi.

Küpleri açtılar.

İçi altın doluydu.

Bu delikanlı bir melekti.

★★★

Bu söylence İstanbul fethedilip Ayasofya camiye dönüştürülünce Osmanlı döneminde “Ayasofya’da üç küp” efsanesine dönüşür. Buna göre Bergama’da bir çiftçi tarlasını sürerken öküzünün ayağı tökezler sapanı bir kayaya takılır. Adam kayayı yerinden oynatır, bakar ki ağzına kadar altın dolu üç küp... Üstünü hemen aynı toprakla kapatır. İstanbul’a gelir bir yolunu bulur Padişah’ın huzuruna çıkar, “üç altın dolusu küp bulduğunu” anlatır. Padişah, bu köylünün yanına bir vezirini verir, birkaç askerle tarlaya giderler, altın dolu küpleri çıkartırlar, İstanbul’a dönerler. Padişah, küplerden birini tarla sahibine vermeye kalkar fakat tarla sahibi “boşaltın ki küpü alayım” diye cevap verir. Sebebini sorarlar, “Padişahımız küplerden birini bana ihsan etti fakat içindeki altınlardan bahsetmedi, altınları alamam” diyen bir güzel ahlak örneği sunar. Kilise yapılırken meleğin getirdiği küpler Osmanlı döneminde Ayasofya’da bulunan ve köylünün tarlasında bulduğu küplere dönüşür. Bu küpler Ayasofya’dalar.

★★★

Kilise iken...

Camiye dönüşünce...

Değişmeyip aynı kalan tek söylence Adem Peygamber ile ilgili olan. İnsanoğlunun babası Adem Peygamber’i Allah ilk insan olarak yarattı. Ama önce yerleri ve gökleri yarattı sonra da Cebrail’in yeryüzünün her yerinden getirttiği toprağı karıştırıp çamur yaptı ve 40 yıl beklettikten sonra o toprağa ruh verdi ve Adem’i yarattı.

Ayasofya!

İster cami olsun.

İster müze.

Kitaplı dinlerin inancına göre her insan Adem’den geliyor.