Sinema salonu işletmeciliğinde bir filmin uygun olan zamanda ve mevsimde gösterilmeye başlanmasına “vizyon” diyorlar.

Vizyon:

Gösterme.

Görme.

Konusunu gerçek hayattan alan bir ölüm kalım filminin gösterime çıktığı günlerden geçmekteyiz. Ülkemiz ve dünya, can almaya devam eden virüse karşı önlem alıyor. Sağlık bakanları, başbakanlar, neler yaptıklarını ve neyi nasıl yapacaklarını kendi vatandaşlarına her gün açıklıyorlar.

Bilgi saklamayan.

Gerçeği örtmeyen.

Geç kalmayan.

Liderler “vizyon sahibi” diye öne çıktılar. Kanada Başbakanı, Almanya Başbakanı, Norveç Başbakanı, Güney Kore Başbakanı, “vatandaşlarına acı gerçeği olduğu gibi sundukları” için övülüp, alkışlanıyorlar. Güvenilir lider oldular.  Almanya Başbakanı Angela Merkel, dün Federal Meclis’te yaptığı konuşmada; “Salgını bitirme aşamasında değiliz. Virüsle uzunca bir süre yaşamak zorundayız. Görünüşe göre korona şartları altında hayat bir süre devam edecek” dedi.

★★★

En başarılı ülke.

“Uzun sürebilir” diyor ve “Birlik” çağırısı yapıyor. Bizim Sağlık Bakanı da “önlemlerin alındığını” her gün açıklamakta fakat ardından “bayram sonu çifte bayram” başlıklı konuşmalar yapılsın diye politika sahnesine malzeme sunmakta.

Şimdi istemeli:

En katıksız ve en yalın kıyaslamada çok başarılı ilan edilen Almanya gibi bir ülkenin başbakanı, yurttaşlarına “uzun sürebilir” diyorsa bizim sağlık bakanımız ile diğer bakanların, “bayram havasına girmelerine” dayanak yaptıkları bilgileri de topluma açıklamaları gerekir.

Ne kadar sürecek.

3 ay mı?

6 ay mı?

9 ay mı?

Merkel süre veremiyor.

Bizimkiler bayram ışığı yaktı. Bayram sonu için “yeni normale dönme” planlaması açıkladılar. Şehirlere, mesleklere ve sektörlere göre “rahatlamanın nasıl olacağını” bile anlatıyorlar.

İster inan.

İster inanma.

Almanya’dan iyiyiz!

★★★

Gerçek olan şu ki; Türkiye Almanya’dan daha ağır bir salgın darbesi yedi. Almanya bizden önce tehlikenin şiddetini gördü ve anında önlem almaya başladı.

Biz “şoka” uğradık.

Sağlık Bakanlığı ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, “umreye gidip dönenler ile Avrupa’dan gelenlerin virüsü taşıyıp yayabileceklerini” göremedi.

Vizyon yetmedi.

Geç uyandılar.

Geç uyanınca da en başarılı vizyon “biz bize yeteriz vergileri” getirmek ve hızla para basmak oldu. Merkez Bankası eski Başkanı Durmuş Yılmaz, “Para basıyoruz ama bu paranın nereye gittiği belli değil, bilmiyoruz” dedi.

Bilmiyoruz!

Çünkü “şok” ağır.

Ekonomi durdu.

Yoksulluk artıyor.

Duyduğumuz tek güvenilir bilgi: Bir ay sonra bayram ve politika sinemasında vizyona giren çifte bayram!

Aşık Veysel’in türküsü:

Ben giderim adım kalır

Dostlar beni hatırlasın

Düğün olur bayram gelir

Dostlar beni hatırlasın.

★★★

Ramazan biter.

Bayram gelir.

“Çifte bayram sözü” hatırlanır. Merkel, salgın uzun sürecek diyor.


100 yıl!


100 yıl doldu.
İlk 30 yılda.
İlk 50 yılda.
İlk 80 yılda.
Hep bir ağızdan, aynı ortak duyguyla kutladık.

Sen- ben ayrımı olmadı.

“Onlar” ve “Biz” diye ikiye bölünüp “milli egemenliğe” farklı gözlerle bakmadık.

Her 23 Nisan’da milli egemenliğin eksik kalan yanlarının da kapatılmasını isteyerek övündük. 100 yıl önce! Bir adım atılmıştı. Değerliydi adım.

Her ulusun tarihinde büyük ileri adımlar vardır, 23 Nisan bizim için “Egemenliğin bir kişiden, bir aileden, tek adamdan, halifeden alınıp, kayıtsız şartsız tüm millete verilmesinin” bayramı olarak değerliydi.

Türkiye’nin kaderine bir kişi, bir aile, bir zümre değil milletin özgür iradesi, seçim sistemi ve Meclis aracılığıyla hakim olacaktı. Hedef buydu.

★★★

100 yıl doldu. Bugün, “egemenliği yeniden tek adama vermek” isteyenler ile “Meclis’in 100 yıl önce konulan hedeflere geri dönmesini” savunanlar diye ikiye bölündük. 100 yıl!
Dede.
Baba.
Oğul.
Torun.
Tam 4 kuşak. 4 kuşak sonra siyasi güç tek bir kişide toplandı.
Yolsuzluk tavan yaptı. Kanıksandı. Yargı, bağımsızlığını yitirdi. Hakimler, savcılar iktidar gücünün ağzına bakar oldu. Adalete güven kalmadı. Torpil, adam kayırma, hısım akrabayı, partiliyi devlet kadrolarına doldurma zirve yaptı.

Devlet harcamalarını denetleyen kurumlar devre dışı bırakıldı. Meclis’in hesap sorma ve denetim gücü elinden alındı. Devlet ihalelerinde şeffaflık ortadan kalktı. Bu tablonun sonunda Türkiye’de halkın yüzde 56’sı geliriyle geçinemez hale düştü.
★★★

100 yıl önce!
Kurtuluş Savaşı verilmişti.
“Padişahlı sistemi”ni, yani “ulus yok ümmet var” eskimiş modelini tarihin sayfalarına bırakmıştık. Meclis duvarında “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazan hukukun üstünlüğünü, laikliği, kuvvetler ayrımını önceleyen, dini siyasete alet etmeyen, halkı Allah ile aldatmayan, dış borç bulup bunu kalkınma diye yutturmayan, kibirsiz, şatafatsız, rant yemeyen politikacıları seçmeyi hedeflemiştik. Eşitlik, özgürlük, kardeşlik isteyen yurttaşlar ülkesi olalım diye yola çıkmıştık.

100 yıl geçti.

“Tek Adamlı Türkiye arzulayanlar” ile “hukukun üstünlüğünü” önceleyenler diye ikiye bölündük.

★★★

Türkiye, bugün 100 yıl önceki gibi yeniden uyanıyor. Beceriksizleri, yalancıları, israfçıları, despotları, benmerkezcileri, yüksek ego sahiplerini, siyaseti zenginleşme aracı yapanları, halkı Allah ile adatanları ayıklayıp atacak günlere hızla yaklaşıyoruz. ‘Halk kuzu gibidir ne verirsen yer’ kör kurnazlığı çok geride kaldı. Türkiye büyük ülke. Her şeyi var. Uyanır, hızla toparlar.