Son zamanlarda, mutluluk ve pozitif olma konusunda neredeyse mahalle baskısı hisseder olduk. Endişe edebilme özgürlüğümüz elimizden alınılmış durumda.

‘‘Ah!’’ demeye fırsat vermiyorlar adeta!

Bir anda ‘‘Bak sen çağırıyorsun kötüyü! İyi düşün iyi olsun.’’ diyerek üzerinize geliyorlar.

‘‘Her şeyin fazlası zarar’’ demiş atalarımız.

İnsanlar nasıl sevinmek, mutlu olmak, umutlanmak istiyorsa; bazen hüzünlenmek, en kötüsünü düşünerek kendini hazırlamak, ya da endişelenmek ihtiyacı duyar. Bunlar insanları insan yapan duygular. Biri olmadan diğeri de olmaz.

‘‘İyimser olmanın neresi kötü?’’ diyeceksiniz. İyimser olmakta bir sorun yok, sadece her an her şeye pozitif yaklaşıp mutlu olma beklentisi insanı geriyor.

Devamlı iyi enerjiyi çağırmalar, evrenden istemeler.

Bu adeta yeni bir din gibi! Kuralı da illa pozitif düşünüp, mutlu olmak.

Olmasan bile ‘‘…mış’’ gibi yapmak. Üzülseniz, kötü hissetseniz bile evrene kötü mesaj yollamamak için mutlu taklidi yapmak.

Eskiden ‘‘Çok gülme, başına bir şey gelir’’ derlerdi. Adeta mutluluğu yasaklarlardı. Şimdi de tam tersi. Zorbaca sizi mutlu olmaya zorluyorlar.

***

Peki, mutluluk nedir?

Asırlar boyunca insanlar mutluluğun ne olduğunu bulmaya çalışmış, mutlu olmanın yollarını aramış… Mutluluğun eski çağlardan günümüze kadar birçok tanımı olmuş. Özellikle felsefe bu konuyu ayrıntılı bir şekilde ele almış ve birçok filozof mutluluğun ne olduğu konusuna yıllarca kafa yormuş.

Mutluluk hakkında ilk soruyu Sokrates sormuş. İhtiyaçlarımızı en aza indirdiğimizde, en ufak şeylerden dahi mutluluk duyacağımızı ileri sürmüş. Mantıklı, en azından bir şeylerin çokluğu, onun değerini azalttığı gibi verdiği mutluluğu öldürüyor.

Eflatun adıyla daha çok bilinen filozof Platon ise öğretmeni olan Sokrates'ten farklı olarak; insanın sürekli kendisine bir şeyler katarak mutlu olabileceğini iddia etmiş. Çok doğru söylemiş. İnsan kendini geliştirdikçe hem mutlu oluyor hem de daha bir insanlaşıyor.

Antik Yunan filozoflarından olan Epikür, mutluluğun denge ve ılımlılıkta olduğunu savunur. Aşkta mutluluk olmadığını, mutluluğun arkadaşlıktan geçtiğini söyler.

Ne kadar haklı... Sonuçta aşkın kalıcı olmadığı malum. Arkadaşlıklar çok daha uzun ömürlü ve hiç değilse insana bir faydası var. Ayrıca Epikür’ün bahsettiği denge ve ılımlılık gerçekten de mutluluğun anahtarı.

Budizm’in yaratıcısı Buda da diğerleri gibi kafayı mutluluğa takmış. İnsanın mutluluğa ulaşmaya çalışırken bir sürü sıkıntı çekip, bir sürü çaba harcadığını, karşılığında ise sadece anlık bir haz aldığını söylüyor. Bu yüzden de insanın en azından mutsuz olmaması için mutluluğa ulaşmaya çalışmaması gerektiğini savunuyor.

Budizm ne kadar hoşuma gitse de Buda’nın fikirlerini bir yanım desteklerken bir yanım bunun hayatın akışına uymayacağını söylüyor nedense.

Aynen vejetaryenlik gibi. Hayvanları seviyor ve asla acı çekmelerini ya da öldürülmelerini istemiyor olsam da asla vejetaryen olamayacağım bir gerçek.

Kierkegaard, mutluluğu anı yaşamak, anın tadını çıkarmak olarak yorumluyor. Mevcut şartların getirdiği problemleri deneyim olarak görmeye başladığımız zaman mutluluğa ulaşabileceğimizi iddia ediyor. Adını henüz doğru telaffuz edemesem de fikirlerine sonuna kadar katılıyorum.

Henry David Thoreau ise ‘‘Mutluluk kelebek gibidir, siz yakalamaya çalıştıkça o kaçar. Ne zaman ki dikkatinizi başka şeylere verirseniz, ancak o zaman gelip omzunuza konar’’ demiş. Ne güzel söylemiş. Aynen katılıyorum, zorlamakla olmaz.

Kant'a göre ise mutluluk bir amaç olmamalıdır. Ne kadar çok mutlu olmaya çabalarsak, sonucunda o kadar çok hüsrana uğrarız.

***

Mutlu olmak çok güzel ancak birçok filozofun da anlatmaya çalıştığı gibi bunu takıntı haline getirmek, hayatın tek amacı yapmak kişiyi mutluluğa götürmüyor maalesef.

‘‘Her an mutlu olmak’’ diye bir şey olamaz, bu doğaya aykırı.

İnsan olabilmemiz için diğer duyguları da yaşamamız gerekiyor.

Yeri gelince üzülmeli, kaygılanmalı, kayıplarımızın acısını çekmeli, sevdiklerimizin yasını tutmalıyız. Yeri gelince kızmalı, hatta bazen endişe duymalıyız.

Sezen Aksu'nun bir şarkısında dediği gibi, acıdan geçmeyen şarkılar nasıl biraz eksikse, acıdan geçmeyen hayatlar da Nietzsche’nin dediği gibi biraz vasattır. (Bu arada, yazarken bir sürü sessiz harfi art arda sıralayıp, okurken hiçbirini kullanmamak bana çok komik geliyor. Bilmeyenler için paylaşayım, Nietzsche yazılıyor Niçe okunuyor.)

Mutluluk kadar diğer duygulara da insanın ihtiyacı var. Onlar olmazsa iyi ile kötü arasındaki mesafe azalır, adalet olmaz. Adaletin olmadığı bir dünyada ise, mutluluk zaten var olamaz.

İnsanın kendini sevmemesi, değersiz bulması ne kadar üzücü ve ruh sağlığı açısından tehlikeliyse, kişinin kendini fazla sevip önemsemesi de bir o kadar tehlikelidir.

Tabii ki negatif duygulara boğulup, bunların benliğimizi ele geçirmesine izin vermemek gerekiyor. Negatif duygularla sarılmış, umudunu yitirmiş bir insan sağlıklı bir yaşam süremez.

Ancak devamlı mutlu ve pozitif olacağım diye zorlamak da anlamsız. Aynen doğadaki denge gibi, her şeyi dengeli ve dozajında yaşayabilmek en sağlıklısı.