Kıskançlık, hasetlik, imrenme, özenme birbirine yakın ve çoğu zaman anlam olarak karışan, kafa karıştıran aslında farklı durumları ifade eden kavramlardır.

Genelde kıskançlık, kişinin kendisine güvensizliğinden dolayı sevdiği bir şeyi kaybetmeyle ilgili kaygısından doğan endişe halidir.

Özenme ve gıpta etme ise kişinin başkasında görüp, beğendiği bir şeyin kendisinde de olmasını istemesidir ve teşvik edici olumlu bir yanı vardır.

Çekememezlik ise kişinin kendinde olmasını istediği şeyleri başkalarında görüp, bunu haksızlık olarak nitelendirmesi ve bu durum karşısında düşmanlık ve öfke duyması halidir.

Haset ise kıskançlığın en ağır türüdür ve bende yoksa başkasında da olmamalı felsefesiyle hareket eder.

Her durumda kıskançlık ve türevleri negatif duygulardır ve ruh sağlığını olumsuz etkiler. Negatif olsa da ''Ben hiç kıskanmam'' demek ''Ben hiç yalan söylemem'' demek gibidir. Herkes yalan söylediği gibi, kıskanır da...

Kıskançlık her ne kadar toplumumuzda sevginin ve aşkın göstergesi olarak kabul görse de öfke, hınç, intikam gibi üstesinden gelmemiz, dizginlememiz ve kontrol altında tutmamız gereken çok güçlü ve yıkıcı bir duygudur.

''Ben çok kıskancım, sevdiğimi kıskanırım'' diyerek ilan edilecek, övünülecek bir duygu ya da durum değildir. İlişkinin tuzu biberi filan asla değildir ve diğer negatif duygular gibi yetişkinlikte kontrol altında tutulması gereken olumsuz bir durumdur.

***

Oysa hangi diziyi seyretsem, hangi sabah programını açsam ''Seven kıskanır!'' teması işlenmekte. Öyle mi gerçekten? Seven mi kıskanır, kendine güveni olmayan mı? Şüphe duyup, karşısındakine güveni olmayan mı?

Ayrıca sırf sevenler mi kıskanır? Sevmeyen kıskanmaz mı? Kıskançlık sevmekten kaynaklanıyorsa eğer bunca kadın cinayetinin nasıl ana sebebi olabiliyor? Sevmek güzel ama karşılık bulmadığında yıkıcı, yok edici bir şey midir?

Öyleyse vazgeçelim sevmekten, sevmeyelim!

Her ne kadar çoğumuzun kafasına seven kıskanır fikri enjekte edilmiş olsa da kıskançlık sevimli gösterilse de aslında kıskançlık sevgiden değil, kendini yetersiz görmekten, kaybetme korkusundan kaynaklanır.

Kendinde gördüğü kusurları, beğenmediği yerleri olan, kendini yeterli hissetmeyen, kendiyle barışık olmayan kişilerin, karşılarındakinin sevgisini, ilgisini veya kendisini kaybetme korkusudur kıskançlık.

Kıskanç insanlar aynen bir çocuğun annesini veya oyuncağını sahiplenmesi gibi sahiplenmek isterler karşılarındakini ve ona hükmetmek isterler.

İstedikleri olmayınca da şımarık bir çocuk gibi öfke duymaya başlarlar, hırçınlaşırlar çünkü var oluşları karşılarındakine bağlıdır ve istedikleri olmadığında kendilerini son derece değersiz hissederler.

Kıskanan kişi kendisini, aldatılmış, haksızlığa uğramış hisseder. Onun olması gerekeni, hakkı olanı başkası almıştır. Bu arkadaşlıkta da karı koca ilişkisinde de kız erkek arkadaş ilişkisinde de böyledir.

Araştırmalara göre kıskançlık ortaya çıktığında kadınlar genelde kendilerini suçlayıp eksikliği kendilerinde ararken, erkekler kıskançlıklarından dolayı tipik olarak eşlerini veya üçüncü kişiyi suçluyorlarmış.

Buna ek olarak yanlış yetiştirilme tarzından ve eğitimsizlikten dolayı toplumumuzun bir kesiminde halen kadınların mal gibi görülmesi sahiplenilmesi, köle gibi hükmedilmesi, kısıtlanması, mağdur edilmesi, şiddet görmesi ve öldürülmesi ülkemizin kanayan bir yarasıdır.

Sevgi göstergesi olarak kabul edilen kıskançlık evliliklerde dayak, boşanma hatta cinayet sebebidir.

Ne yazık ki kadınların çoğu ekonomik güçleri olsa bile, kıskançlık bahanesiyle psikolojik veya fiziksel şiddete maruz kaldıklarında sanki erkek kıtlığı varmış, karşılarındaki dünyada kalmış son erkekmiş gibi, onu bırakıp gitmeye cesaret edemezler.

Sanki hayat çok uzunmuş, bir başkasının ardında ziyan edilecek kadar kıymetsizmiş gibi öylece beklerler.

Ferhat Göçer’in ''Yıllarım Gitti'' şarkısında söylediği gibi... Gençliğimi geri verseler, bu kez en çok kendimi severim.

Galiba kıskançlığın üstesinden gelebilecek tek ilaç bu! İnsanın kendisini sevmesi ve değerli görmesi…