Bugün, Lozan Antlaşması’nın 97’nci yıl dönümü...

Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kazanılan Kurtuluş Savaşı sonunda yeni Türk devleti ile karşı devletler arasında imzalanan Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedidir.

Haklı ve şerefli bir mücadelenin sonunda elde edilen bu diplomatik zaferin kahramanı İsmet Paşa’dır... Tam adı ile Mustafa İsmet İnönü...

İnönü, modern Türkiye’nin, Atatürk’ten sonraki ikinci adamıdır ve onun başkanlığındaki heyet Lozan’da yeni Türkiye devletini tüm dünyaya kabul ettirmiştir.

LAİKLİK DİNSİZLİK DEĞİLDİR

Lozan’ın 97’nci yılında İsmet İnönü ve arkadaşlarını rahmetle anarken, onun iç dünyasını anlatan ilginç bir kitabı okudum:

“İkinci Adamın Manevi Dünyası

Elektrik Mühendisi ve Araştırmacı Yazar Semih Kalkanoğlu’nun yazdığı bir kitap...

İnönü, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda Atatürk’ün en yakınında bulundu ve çağdaş laik bir devletin temellerinin atılmasında Atatürk’ün en büyük yardımcısı ve destekçisidir.

Atatürk, Laik Cumhuriyeti kurarken, kişilerin inanç ve ibadet haklarına kesinlikle karışmamış, bir engelleme getirmemiştir.

Semih Kalkanoğlu, İnönü’nün manevi dünyasını araştırırken genellikle ilk kaynaklardan bilgi toplamış, kitabın birinci bölümünde laikliği, ikinci bölümde ise tüm yaşamı çerçevesinde, özel ve resmi hayatı ile İsmet İnönü ve laikliği incelemiştir.

Yazar kitabında:

“Gerçekte İslâm dini, temelinde ‘Akla ve mantığa’ dayalı olarak ortaya çıktığı için tam anlamıyla ‘Laik’ bir dindir. Laiklik hiçbir zaman ‘dinsizlik’ değildir” diyor.

İSLÂM AKIL DİNİDİR   

İslâm dini “Akla dayalı bir din” olduğu için son din olmuştur.

Gerek Mustafa Kemal Atatürk, gerekse Mustafa İsmet İnönü, hayatları boyunca din dahil, her konuda ‘aklı’ hep ön planda tutmuşlardır.

İnönü’nün belli ilkeleri vardı ve asla ödün vermezdi. Laiklik bunlardan biriydi.

Dinin siyasette kullanılması halinde koskoca bir devletin (Osmanlı İmparatorluğu’nun) nasıl yıkıldığını gözleriyle görmüştü. Bu konuda çok dikkatliydi.

İnönü gerçek bir dindardı. Fakat siyasal karşıtları, laikliği tavizsiz savunması nedeniyle ona “Dinsiz” damgası vurmak istemişler ve bunu sürekli biçimde ve insafsızca işlemişlerdi.

Oysa İnönü’nün aile yaşamı tam bir sadelik ve içten bir din inanışıyla doludur.

Yatak odasında “Allah’ın dediği olur” sözü vardı. Fakat kimse bunun fotoğrafını çekemezdi, çünkü yatak odasına girilemezdi. Hastalığında bile odaya girebilen sınırlı sayıda insan görebilmiştir o tabloyu...

İNÖNÜ VE EŞİ NAMAZ KILARDI AMA KİMSE BİLMEZDİ

İsmet İnönü de eşi Mevhibe Hanım da evlerinde namaz kılarlardı ama kimse bilmezdi. Çünkü bunu ne İsmet Paşa’dan ne de evin diğer sakinlerinden öğrenemezdiniz.

Atatürk’ten üç yıl sonra doğan İsmet Paşa, 25 Aralık 1973 günü 89 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Cenazesi ipek bir kefen bezi ile sarıldı. Üzeri yeşil ipekle “Lâ ilâhe illâllah” diye kelime-i şehadet yazılmış beyaz ipek bir örtü ile örtüldü.

Bu örtüyü sağlığında kendisine bir arkadaşı hediye etmişti. İnönü de bunun, öldüğü zaman cenazesinin üzerine örtülmesini istemiş, bu isteğini eşi Mevhibe Hanım’a söylemişti.

6 Şubat 1974 tarihli gazete haberlerine göre İnönü’nün 40’ıncı gün mevlidi Pembe Köşk’te okunmuş, mevlide ailesinin ve yakın arkadaşlarının dışında kimse çağrılmamıştı.

İnönü ve ailesi dindardı ama dini asla bir gösteri aracı olarak kullanmazdı.

DİNİ SİYASETE ALET ETMEYİN

İslâm dininin temeli akıl ve ahlâktır.

İnönü yaşamı boyunca dini ve dinsel konuları hiçbir zaman siyasete alet etmemiş, maddi ve manevi çıkar sağlamak amaçlı olarak dini kullanmamıştır.

İnönü tüm yaşamında, Atatürk’ün “Ne ki akla uygundur, o dine de uygundur” sözünü uygulamıştır.

Din ve inanç konuları, kişilerin vicdanları ile Allah arasındaki manevi ilişkidir. Başka hiç kimseyi ve kurumu ilgilendirmez. İnsanlar kendilerinin dışındaki kişileri etkilemek amacıyla inanç ve ibadet konularını açıkça göstermeleri durumunda dini siyasete alet ediyor demektir.

Günümüzde bunu çok görüyoruz.

BÜYÜK KAHRAMAN

İnönü dinsel inanç ve ibadet konusunda her türlü bilgiye ve uygulamaya sahipti ama her laik yurttaş gibi, bunu herkese göstermek amaçlı bir etkinlik içinde hiçbir zaman olmadı.

Semih Kalkanoğlu işte bu nedenlerle eserinin içeriğine uygun tanımlamanın “İkinci Adamın Manevi Dünyası” olduğunu ve bu nedenle o adı koyduğunu söylüyor. (Doğu Kitabevi)

Ünlü yazar Şevket Süreyya Aydemir’in ifadesiyle “Kahramanlar devri, soy ulusların tarihlerinin coşkun ve doğurgan aşamasıdır. İnönü, bizim yakın tarihimizde böyle bir devrin son ve büyük temsilcilerinden (kahramanlarından) biriydi.”

TEBESSÜM


Kartaca savaşını kim yaptı?

Tarih öğretmeni çocuğa sorar:

“Oğlum, Kartaca Savaşı’nı kim yaptı?”

Çocuk “Valla billa ben yapmadım hocam” deyince tarih öğretmeni çok sinirlenir, sınıfın kapısını çarparak çıkarken matematik hocasıyla burun buruna gelir.

Matematikçi “Hayrola hocam, bu ne sinir?” deyince beriki dert yanar:

“Sorma birader... Çocuğa Kartaca Savaşı’nı sordum ‘Valla billa ben yapmadım’ diye cevap verdi. Ben nasıl sinirlenmeyeyim?”

Matematik hocası bilgiç bir şekilde başını sallayarak:

“Bunlar böyledir azizim.” der “Hem yaparlar, hem de ‘yapmadık’ derler.”

Bu cevabı duyan tarih hocası sinir krizi geçirerek düşüp bayılır.

Müdürün odasında kolonyayla kendine getirilen tarih hocasına müdür sorar:

“Hayrola Arif bey? Ne oldu ki düşüp bayıldınız?”

Tarihçi:

“Sormayın müdürüm” der “Derste çocuğa Kartaca Savaşı’nı kimler yaptı? diye sordum. ‘Valla billa ben yapmadım hocam’ demez mi? Ben sinirlenerek sınıftan çıkarken matematik hocasına rastladım. Durumu anlatınca o da ‘Bunlar böyledir, hem yaparlar, hem de inkâr ederler’ demez mi? Öfkeden düşüp bayılmışım.”

Müdür anlayışlı bir tavırla “Hocam, şu üzüldüğün şeye bak” der “Ben iki satır yazarım, Milli Eğitim Bakanlığı da Kartaca Savaşı’nı kimin yaptığını hemen ortaya çıkartır.”

Tarih hocası hastanelik olur ve iki hafta tedavi gördükten sonra taburcu edilir. Evinde dinlenirken postacı sarı bir zarf getirir. Merakla açar zarfı... Milli Eğitim Bakanlığı’ndan gelen resmi bir yazıdır bu...

Bakanlık “Bu yıl gerekli tahsisat olmadığından Kartaca Savaşları yapılmayacaktır. Bilgilerinize...” diye yazmaktadır.

*Fıkrayı gönderen okurum Cenk Tuncay “Hikâye bana bugünkü eğitim sistemimizi hatırlattı nedense!” diyor.

GÜNÜN SÖZÜ


Din için ölmektense “Din için yaşamak” daha akılcı değil midir?