Biz başarıya susamış bir milletiz...

Başarı oranımız her alanda (spor, edebiyat, bilim, siyaset vs.) pek yüksek değildir.

Tabii ki, uluslararası başarıdan söz ediyorum...

“Futbolda başarı” deyince aklıma gelen ilk isimlerden biri Şenes Erzik’tir.

Türk futbolunun yüz akı olan Şenes Erzik, 33 yıl Avrupa Futbol Birliği UEFA’da, 21 yıl Dünya Futbol Birliği FIFA’da yönetici olarak görev yapan ilk ve tek Türk spor adamıdır.

Şenes Erzik, hayatını anlatan bir kitap yazdı. Adı:

“ŞENES ERZİK – OLMAZ OLMAZ DEMEYİN, OLMAZ OLMAZ!”

“Övünmek için değil, bilinmek için yazdım” diyor ve ekliyor:

Bu kitabı yazmayı uzun süre önce planlamıştım.

Kendi halinde taşralı bir gencin Avrupa ve Dünya futboluna yön veren kurumların başına geçebileceğini, ülkesini çok uzun yıllar boyunca dünyanın dört bir yanında temsil edebileceğini gençlerin öğrenmesini, bilmesini istiyordum.

Elinizdeki bu kitabı ‘övünmek’ için değil, ‘bilinmek’ için yazdığımı söylemeliyim. (SİA Kitap)

★★★

Şenes Erzik, Giresun’da, eski bir kilisenin bahçesinde başlayan futbol hayatının, dünya futboluna yön veren UEFA ve FIFA gibi çatı örgütlerinde en üst düzey yöneticiliğe kadar uzanışını, taşrada yetişen bir delikanlının Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) kapsamında üstlendiği sosyal sorumluluk projeleri ile çokuluslu ilaç firmaları Roche ve Sandoz’da geçen iş hayatını anlatıyor.

 1989’de Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı oldu.

1994’te UEFA yönetim kuruluna girdi, sonra asbaşkan oldu.

1996’da FIFA İcra Kurulu üyesi oldu.

1998’de FIFA Hakem Komitesi Başkanı oldu.

2000’de UEFA Başkan Vekili oldu.

2002’de FIFA Fair Play ve Sosyal Sorumluluk Komitesi Başkanı oldu.

UEFA’da 6 kez seçim kazanarak rekor kırdı. (2011)

...Ve 33 yıllık UEFA serüveni 24 Mart 2015’te bitti.

UEFA’dan sonra aynı yıl 21 yıllık FIFA serüvenini de noktaladı.

2017’den beri FIFA Onursal üyesi.

★★★

Şenes Erzik, kitabının ilk sayfasında el yazısıyla bana bir not yazmış. Şöyle diyor:

“Duayen gazeteci, değerli ağabey,

Tüm yaşantımı anlatan, devrimizin gençlerine bilgili, eğitimli ve yürekli olmalarını öneren, hiçbir zaman ve hiçbir konuda pes etmemelerini öğütleyen bir kitap yazdık.

Siz duayenlerimizin yıllardır yazdığınız haklıyı, doğruyu ve adaleti savunan yazılarınız bize ilham oldu.

Gün geldi üzüldük, gün geldi sevindik, gün geldi adaletsizliğe isyan ettik...

Gün geldi, koronavirüsle savaşmaya başladık. Hem de ne savaşma...

65 yaş üstü damgasıyla horlanmaktan bıkmış ‘yurttaşlarımızın’ sahipsiz olmadıklarını, sizlerin yazıları gerekli mecralara ulaştığında anladık ve rahatladık.

Umarım kitabımdaki gerçekleri okurlar ve değerlendirirler.

Sizlere saygım sonsuz. İyi ki varsınız. Kalın sağlıcakla. (Şenes Erzik)”

Kayserili’nin fendi, Şah’ı yendi!


Vaktiyle Kayserili’nin biri, İran’dan halı alıp Anadolu’da satarmış.

Onun, Tahran’da sürekli iş yaptığı Abbas Ağa adında bir tüccar varmış.

Kayserili, halıları hep ondan alırmış... Her seferinde de halıları alıp katırlara yükledikten sonra altınları öder ve Abbas Ağa’nın kulağına eğilip:

“Senin Şah’ını seveyim! Anlarsın ya!” diye bağırırmış!

Abbas Ağa buna çok kızarmış ama Kayserili çok iyi müşteri olduğu için sesini çıkartmaz, sineye çekermiş...

Fakat sonunda canına tak demiş, Kayserili’nin her seferinde Şah’ına ileri geri konuşmasına dayanamamış...

Bir gün, Kayserili halı almaya geleceğini haber verince Abbas Ağa hemen saraya koşup, Şah’ın muhafızlarına haber vermiş:

“Benim Kayserili bir müşterim var. Her sefer gelip halı alır ve Şah’ıma küfreder gider. Yarın yine gelecek, halıları alıp, altınları sayacak, sonra da aynı şeyi yapacak!”

Şah’ın muhafızları ertesi sabah Abbas Ağa’nın dükkânında pusuya yatıp Kayserili’yi beklemeye başlamışlar.

Bir süre sonra Kayserili gelmiş, dükkânda şöyle bir dolaşmış, başına gelecekleri anlamış ama hiç bozuntuya vermemiş...

Akıllı Kayserili, halıları katırlara yüklemiş, altınları saymış ve sonra Abbas Ağa’ya dönmüş:

“Bak ağam, ben şimdiye kadar senin bir kuruşunu yemedim. Hep çil çil altınları sana saydım. Ama senin geçen seneden kalma 500 altın borcun var bana... Hâlâ vermedin. Eğer bu sefer de vermezsen Şah’ına gidip seni şikâyet edeceğim. Duydum ki, sizin Şah çok âdil, çok haksever, çok iyi yürekli bir insanmış. Benim gibi bir garibin hakkını koruyacağından hiç kuşkum yok!”

Bunu duyan Şah’ın muhafızları gizlendikleri yerden fırlayıp “Vay iftiracı” diye Abbas Ağa’yı bir güzel pataklamışlar. Üstelik ondan 500 altını alıp Kayseriliye vermişler.

Gidiş o gidiş. Kayserili uzun süre bir daha Tahran’a uğramamış.

Aradan yıllar geçmiş. Kayserili’nin yolu bir gün yine Abbas Ağa’nın dükkânına düşmüş... İkisi de önce hiç renk vermemişler. Pazarlık yapılmış, halılar sarılmış, iş para vermeye gelince Kayserili lâfa girmiş:

“Bak Abbas Ağa, geçenlerde olanı unutalım. Sen bana komplo kurdun... Ben Kayserili’yim, uyanık davranıp seni kazdığın kuyuya düşürdüm. Fakat ben haram yemesini sevmem. Al, o günkü 500 altınını iade ediyorum...”

Abbas Ağa 500 altını alınca, Kayserili yine onun kulağına eğilip:

“Ben senin Şah’ını seveyim!” demiş...

Abbas Ağa altın kesesini kuşağına yerleştirirken birden durmuş, sonra Kayserili’nin kulağına eğilerek fısıldamış:

“Ben de beraber, ben de beraber!”   

GÜNÜN SÖZÜ

Saf halkımız siyasilerin palavralarına inanmaya nedense pek meraklıdır!