Türkiye’nin en hazin gerçeğini Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan açıkladı.

Hem de bunu, canlı TV yayınlarında, tüm siyasilerin suratına şamar gibi çarptı.

Bu devirde böyle bir harekete “Medeni cesaret” denir, övgüye değerdir.

İnsanlarımızı öldüren, gerçekte deprem değil, yoksulluk ve siyasettir.

Övgün Ahmet Hoca’nın dediği gibi, İzmir’deki depremden sonra, şu acı gerçek, tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı:

Yoksulluğu yenmedikçe, hırsızlığı, soygunu, üçkâğıtçılığı yok etmedikçe depremlerin adı her zaman ölüm olacak!

★★★

Her deprem sonrasında sakız gibi hep aynı şeyler çiğneniyor, hep aynı geyik muhabbetleri yapılıyor.

20 bin insanımızın feci şekilde can verdiği 1999 depreminden bu yana 21 yıl geçti.

Hayli uzun sayılabilecek bu zaman diliminde iktidarlar ne yaptı?

“Hiçbir şey yapmadı” diyemeyiz ama sorunlara çözüm getirdiklerini de söyleyemeyiz.

Tüm problemler, olduğu gibi aynı yerde duruyor!

Her şeyden önce şunu kabul etmemiz gerekiyor:

“Ülkemizde ekonomi ne kadar bozuksa ve yönetim ne kadar güçsüzse, depremin etkisi o kadar büyük oluyor.”

★★★

18 yıldır iktidardalar... 18 yıl, dile kolay... Bu süre içinde Türkiye’yi şaha kaldırmaları, kanatlandırıp uçurmaları gerekiyordu.

Kendileri öyle söylüyor, “Başkanlık sistemi ile önümüzdeki bütün engeller kalkacak, Türkiye uçuşa geçecek” diyorlardı.

Uçtuk ama nereye?

Âdeta kıyamete!

Ekonomi “pik yapacak” derken, işsizlik, pahalılık, geçim derdi pik yaptı! Dolar ve borçlar uçuşa geçti.

Deprem paralarını bile yiyip bitirdiler!

“Ne yaptınız bu deprem vergilerini?” diye soranlara:

“Duble yollar yaptık!” diyorlar.

Duble yollar iyi de... Karın doyurmuyor, evlerin insanların başına yıkılmasını önlemiyor!

Açgözlü müteahhitlerin malzemelerden çalmalarına, vatandaşların enkaz altında kalıp ölmelerine engel olmuyor!

★★★

Yıllar boş geçti!

Hiçbir musibetten ders almadık!

Türkiye her zaman depreme hazırlıksız yakalandı, gafil avlandı!

Ürkütücü yıkımlar, kahredici ölümler gördük.

Hep düşünüyor ve kendi kendime soruyorum:

“Bu kadar çok deprem yaşayan, her gün TV’lerde depremi tartışan, ama buna rağmen gerekli önlemleri almayan başka ülke var mıdır dünyada?”

Leyleğin ömrü “Lak lak” bizim ömrümüz “Vah vah”


Deprem uzmanı olan tüm profesörler:

“1999’daki Gölcük-Düzce depreminden sonra 30 yıl içinde İstanbul’da çok büyük bir deprem olacak” diyorlardı.

Bu bir kehanet değildi. Bilimsel verilerin ortaya çıkarttığı bir sonuçtu.

Aradan 21 yıl geçti. Kenti zaman zaman sallayan ufak depremlerin dışında, beklenen büyük deprem olmadı. Yani, zaman daraldı, büyük İstanbul depremine 9 yıl kaldı.

Bu sarsıntı yarın da olabilir, 9 yıl sonra da...

Ne yapmak lâzım?

Artık salaklığı bırakıp her türlü önlemi almamız, yapısı zayıf olan evlerimizi hızlı bir şekilde güçlendirmemiz gerekiyor.

Geçen haftaki İzmir depremi, beklenen İstanbul depreminin yanında “yavru deprem” kalır.

★★★

Yer bilimcileri, depremin Silivri yakınlarındaki Kumburgaz açıklarında ve 7.2 büyüklüğünde olacağını söylüyor.

Hesaplara göre İstanbul’u sarsacak 7.2’lik deprem, mega kentteki tüm binaların yüzde 70’ini etkileyecek, birçoğunu yıkacak.

Risk çok büyük!

Depreme hazırlıklı olmak demek, deprem sonrasında enkazları kaldırmak demek değildir.

Depreme hazırlıklı olmak, her büyüklükte, her şiddette sarsıntıya dayanıklı binalar yapmak demektir.

Kentsel dönüşüm bunun için başlatıldı ama her işte olduğu gibi bunu da yüzümüze-gözümüze bulaştırdık.

Müteahhitler vurgun yaptı, vatandaş çoğu zaman olduğu gibi yaya kaldı!

★★★

Müteahhitlerin dolandırdığı bağrı yanık insanlardan sürekli şikâyet mektupları alıyorum.

Devlet ne yapıyor bunlara? Sahtekâr müteahhitleri kulağından tutup içeri atıyor mu?

Hayır! Çoğunun yaptığı yanına kâr kalıyor!

“Saldım çayıra, Mevlam kayıra!”

İstanbul depremi kapımızda... Bilim söylüyor bunu!

Leyleğin ömrü “Lâk lâkla” bizim ömrümüz “Vah vahla” geçiyor.

Yazık değil mi bu millete?

TEBESSÜM

“Beni de yeme hocam!”


Hocanın birini ziyafete davet etmişler.

Yer sofrasına köfteler, kebaplar gelmiş...

Hoca tepsidekilerin hepsini silip süpürmüş...

Yeniden tepsi gelmiş... Diğer misafirler biraz yemişler, doyunca bırakmışlar. Hoca, tepsiyi tutup çevirmiş:

“Sünnettir” diye kalanların hepsini yemiş...

Arkadan pilav gelmiş. Hoca, kendi önündeki pilavları yiyip yuttuğu gibi, “Sünnettir” diye kalanların da hepsini yemiş bitirmiş.

Baklava tepsisi de aynı akıbete uğramış. Hoca “Sünnettir” diyerek o tepsiyi de tertemiz etmiş.

Yemekten sonra evin hizmetçi kızı misafirlere ibrikle su döküp ellerini yıkamalarına yardımcı oluyormuş.

Hocanın gözü güzel kıza takılmış, içini çekmiş ve sıra kendisine gelince sormuş:

“Kızım senin adın ne?”

“Farz’dır hocam!”

Hoca şaşırmış:

“Nee? Farz diye isim olur mu kızım?”

Kız fıkırdamış:

“Ne yapayın hocam, ‘sünnet’ dersem beni de yersin!”

NOT: *SÜNNET: Hz. Muhammet’in Müslümanlarca uyulması gereken söz ve öğütleridir.

*FARZ: Müslümanlıkta yapılması şart olan, yapılmaması günah sayılan Allah’ın emridir.

GÜNÜN SÖZÜ


Sağlığı olanın umudu, umudu olanın da her şeyi var demektir!