TBMM’de 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu kurulmuştu. Komisyonun başkanvekili de AKP Milletvekili Doç. Dr. Selçuk Özdağ’dı. Özdağ, AKP’de genel başkan yardımcılığı görevinde de bulunmuştu. Yakın dönemde partisinden istifa etti. Ahmet Davutoğlu’nun genel başkanlığını yürüttüğü Gelecek Partisi’nde genel başkan yardımcısı olarak siyaset yolculuğuna devam ediyor.

Önceki görevi nedeniyle birçok olayın perde arkasını da biliyor. 2010 yılında, anayasa değişikliğine Fetullahçılar büyük destek olmuştu. Fetullahçıların milletvekili adayı olarak gösterilmesini istediği çok sayıda kişinin listede yer almaması, sadece 5 kişinin adaylar arasında yer bulması cemaati kızdırdı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın tutuklanmak istenmesi, MİT’in kiraladığı TIR’ların Hatay’da durdurulması, arama yapılması ilişkileri gerdi. Selçuk Özdağ, “Cemaat, sandıksız devlete sahip olmak istiyordu” diyor.

YAVUZ SULTAN SELİM’İN KAFTANI

Fetullah Gülen, 1999’da ABD’ye giderken, değişik kişiler adına uçağın birinci bölümünde bilet alınmıştı. Uçak kalkacağı zaman görüldü ki sadece Fetullah Gülen, yardımcısı ve emniyetin koruma olarak verdiği başkomiser vardı. Gülen, şartlar oluşunca Yavuz Sultan Selim’in halife olarak giydiği kaftanla İstanbul’a gelecek, onu da milyonlarca kişi karşılayacaktı. Selçuk Özdağ, Yavuz Sultan Selim’in kaftanının da o dönem bu yüzden çalındığını anlatıyor.

Milletvekili, iş adamları, medya mensupları ABD’ye götürülüyor, Fetullah Gülen’le görüştürülüyordu. Fetullahçılar, giderek güç devşirdi, dini görünümlü yapı siyasallaşmaya, devleti ele geçirme planını daha hızlı uygulamaya başladı.

ÇANTA DOLUSU PARA

Siyasetçileri yanlarına çekmek için neler yapmıyorlardı ki? İşte bu olayı, bizzat yaşayan Selçuk Özdağ’dan dinliyorum:

“Milletvekili adaylığım sırasında, Fetullahçı olduğunu bildiğim iki kişi, Fetullah Gülen’in bana selam söylediğini, seçim çalışmalarına yardımcı olunmasını istediğini bildirdi. Ertesi sabah bana gelen iki kişi, ‘Emaneti getirdik’ deyip çantayı bana vermek istedi. Çantayı hiç açmadım, ne olduğunu ısrarla sorunca açtılar. Bir çanta dolusu para vardı. Açıkçası parayı alayım mı, almayayım diye tereddüt ettim. Ancak almamamın daha doğru olacağına inandım ve bunu kabul etmeyeceğimi söyledim.

Daha önce bana gelen imamlardan birisi sabah aradı, emaneti eve bırakmak istediğini söyledi. Yine kabul etmedim. İnanıyorum eğer o çantayı açmış olsaydım, alsaydım o anda gizli kameraya da alacaklardı. Artık, onların esiri olacaktım. Ticaretle, dinlemeyle, şantajla Fetullanhçıların yanında olanlar vardı. Bana da seçim çalışmasında kullanmam için para göndererek çengel atmak istediler. Bu oyuna gelmedim.”

CESET TORBALARI

Fetullahçıların bir darbe yapacağı söylentisinin dolaşmasına rağmen o dönemde yine de buna ihtimal verilmediğini anlatan Selçuk Özdağ, 15 Temmuz darbe girişiminin yeterince araştırılmadığı, davet edilenlere olayı çözecek sorular yöneltilmediği görüşünde. Mahkeme kararıyla adı “Fetullahçı Terör Örgütü-FETÖ” olarak kabul edilen bu yapının acımasızlığını Selçuk Özdağ şöyle açıklıyor:

“Darbe girişiminden sonra bazı itiraflar, resmi belgelere yansıyan bilgiler arasında, darbe girişiminden önce FETÖ’cülerin 100 bin adet ceset torbası yaptırdıkları, toplu mezar yeri olarak tarlalar aldıkları, etraflarını tel örgüyle çevirttiklerini de biliyoruz.”

KILIÇDAROĞLU’NA HAKSIZLIK

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve partinin sözcüleri her fırsatta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, belediye başkanının evinde oturmak yerine tankların önüne neden çıkmadığını gündeme getiriyor. O dönem, AKP Milletvekili olan Selçuk Özdağ’dan dinleyelim:

“Darbe girişimini öğrendiğimde, Çankaya Köşkü’ne çıktım. O dönem MHP’de bulunan Ümit Özdağ’la konuştum, ‘Direnin’ dedi. Genel Başkan Devlet Bey’in de darbeye karşı olduklarına ilişkin açıklama yapacağını bildirdi. İnsanları sokağa davet ettim. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na ulaşamadım. TBMM Grup Başkanvekili Engin Altay’la telefonla konuştum, Kılıçdaroğlu’nun ‘Cumhurbaşkanının ve seçilmiş hükümetin yanındayız. TBMM’nin açık tutulmasını, Meclis’e sahip çıkılmasını’ istediğini Engin Bey bana söyledi. O gecenin kayıtları, devletin elinde. Bakanların, milletvekillerinin nerede olduğu açıklanmalı.”

“DAVUTOĞLU’NDA FETÖ ROLÜ VAR”

AKP genel başkanlığı, başbakanlık görevinde bulunan Ahmet Davutoğlu, başbakanlık görevine başlarken, korumalarından bir tanesinin bile Fetullahçı olmamasına özen gösterilmesi talimatı veriyor. Selçuk Özdağ, arkasından şunları söylüyor:

“Davutoğlu, başbakanlığı döneminde FETÖ’cüleri önemli görevlerden alıp kızağa çekmeye başlamıştı. Davutoğlu’nun Başbakanlık ve genel başkanlığı bırakmasında FETÖ’nün ve egemen güçlerin rolü vardır. Eğer, Davutoğlu görevde kalmış olsaydı, FETÖ’cüler darbe yapamazdı.” Çok şey bilen Selçuk Özdağ, yeri geldikçe anlatmaya, açıklama yapmaya devam etmeli.


15 Temmuz sendromundan kurtulmanın zamanı


Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yıllarca subay ve astsubay yetiştiren harp okulları ve astsubay yüksekokulları, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra çıkarılan “Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair” 25 Temmuz 2016 tarihli Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılmıştı. Bakanlar Kurulu’nun 14 Kasım 2016 tarihinde yapılan toplantısında Milli Savunma Üniversitesi (MSÜ) oluşturuldu. Kara, deniz ve hava harp okulları, dört harp enstitüsü, altı araştırma enstitüsü ve dört astsubay meslek yüksekokulu Milli Savunma Üniversitesi’ne bağlandı.

Harp okulları, askeri hiyerarşik sistem içinde bulundukları emir komuta zincirinden kopartıldı, sivil bir eğitim kuruluşu olan Milli Savunma Üniversitesi’ne bağlandı. Oysa her okul bir tarihti. Kara Harp Okulu 1795 yılında kuruldu. Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere pek çok kahraman subayı yetiştirdi. 1936 yılında Ankara’ya taşındı. Deniz Harp Okulu 1776 yılında, Hava Harp Okulu ise 1912 yılında kuruldu.

KUŞAKTAN KUŞAĞA

Kara Harp Okulu’nun kuruluşundan günümüze 225 yıl, Deniz Okulu’nun kuruluşundan ise 244 yıl geçmiş. Harp okulları içinde en son kurulan Hava Okulu’nun kuruluş tarihinden bu yana 108 yıl geçmiştir. Karada, denizde, havada yapılacak savaşların öğretildiği yerin ismi “Üniversite” değil, her biri mensup olduğu kuvvete bağlı, başında bir komutanı olan, askeri komuta zinciri içinde, “Harp” kavramıyla bütünlenmiş, iç içe geçmiş olan okullardır.

Harplerin öğretildiği Kara, Deniz ve Hava Harp Okulları, askeri hiyerarşi kuralları içinde yüzyılların biriktirdiği usuller, kültür, disiplin ve gelenekler üzerine kurulmuş. Bu taşlardan birini yerinden oynattığınızda bina ayakta kalamaz ve zamanla çöker. Bu kavramlardan her birinin ayrı ayrı ağırlıkları bulunuyor. Harp okullarının da kuşaktan kuşağa geçen gelenekleri, alışkanlıkları, töreleri bulunuyor. Harp okullarının askeri üniforma giyen öğrencilerinin başında da askeri üniforma giyen bir komutan bulunması en başta gelen vazgeçilmez ve aksi hiçbir zaman düşünülemeyen bir gelenektir. İşte bu gelenekler bozulmuş durumda.

Türkiye’de harp okulları bir sivil üniversite yönetimine bağlanırken acaba dünyanın diğer ülkelerindeki harp okullarında bu uygulama nasıl yapılmaktadır sorusunun cevabı aranmıştır. Dünyadaki belli başlı ülkelerin harp okullarının askeri teşkilat yapısı içindeki yerleri incelendiğinde hepsinin askeri hiyerarşi sistemi içinde, eğitim komutanlığı silsilesine bağlı olduğu anlaşılıyor. Yapılan incelemede, her ne şekilde olursa olsun, harp okullarının sivil statüdeki bir üniversiteye bağlı olduğu başka ülke yok. Yabancı ülkelerdeki harp okulları, kendi dillerinde değişik isimlerle tanımlanıyor.

O ZAMAN GELDİ

Harp okullarımızın tarihçesini incelediğimizde Kara Harp Okulu 1784 yılında kurulduğunda Mekteb-i Harbiye, Deniz Harp Okulu Mekteb-i Bahriye olarak isimlendirilmişti. Sonraki yıllarda mektep yerine okul sözcüğü kullanılmaya başlanmış.

Şekil açısından yapılan bu değerlendirmede Türkiye ve yabancı ülkelerde üniversite teşkilatı içinde yer alan eğitim kurumlarına verilen isimlerin neler olduğuna bakalım: Türk üniversitelerinin içinde fakülte, enstitü ve yüksekokul bulunuyor. Emekli Hava Pilot Tümgeneral İrfan Sarp, “İsimli kurumlar vardır ama tek bir tane ‘Okul’ isimli eğitim kurumu bulunmamaktadır. O zaman şu soru akla geliyor: Türkiye’de ve yabancı ülkelerdeki üniversitelere bağlı kurumlardan hiçbiri ‘Okul-school’ olarak isimlendirilmemişken bizde Milli Savunma Üniversitesi’ne bağlı ‘Okul’ isimli bir askeri kurumun yer alması hem şekil hem de geleneklerimize ters düşen yanlış bir uygulamadır” diyor.

Emekli Hava Pilot Tümgeneral İrfan Sarp, bu konuyu ayrıntılı bir biçimde incelemiş, ilgili yerlere de başvurmuş. İrfan Paşa gibi bu ocakta yetişenlerin isteğini şöyle aktarıyor:

“Kara, Deniz ve Hava Harp Okulları, asırlar boyunca bağlı oldukları askeri hiyerarşi içindeki teşkilatları değiştirilerek bir sivil eğitim kurumu olarak başında bir sivil şahsın bulunduğu Milli Savunma Üniversitesi’ne bağlanmıştır. Gelenekleri bir anda yıkılmıştır. Bu durum ruhları rencide ediyor. Artık 15 Temmuz sendromundan kurtulma zamanı gelmiştir. Askeri gelenekleri yıkarak sivil bir eğitim kurumuna bağlanan harp okullarımız bir an önce bağlı oldukları Milli Savunma Üniversitesi’nin bir alt kuruluşu olmaktan çıkarılarak tekrar asırlar boyunca sahip olduğu askeri hiyerarşi içinde ve başlarında bir komutanın olduğu askeri eğitim kurumları statüsüne kavuşturulmalı.”

Yalnız bunlar mı? Askeri hastaneler, askeri doktorlar konusunu da biz defalarca gündeme getirdik. Bu ihtiyaçlar mutlaka dikkate alınmalı.