Adli yıl açılışı son dönemde hep kutuplaşmanın bir parçası oldu. Bu durum yüksek yargı organlarının kuruluş yıldönümü törenlerine de yansıdı. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu konuşurken, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, konuşmayı beğenmediği için salondan ayrıldı ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de salondan çıkmasını sağladı. Bu, var olan gerilimi biraz daha artırdı.

Yargı Reformu Strateji Belgesi çalışmalarına Türkiye Barolar Birliği destek verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, paketi açıklarken Feyzioğlu ile birlikte bazı baro başkanları da toplantıya katılmıştı. Erdoğan’ın, belli hizmet yılını dolduran avukatlara yeşil pasaport verileceğini açıklamasını, Feyzioğlu ve diğer başkanlar hararetle alkışlamıştı. Bu durum barolar arasında ki bütünlüğü bozan ilk adım oldu.

YİNE SARAYDA

Geçen yıl Adli Yıl açılışı, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda yapıldı. Aslında bu duruma çoğu yargı üst düzey mensupları sıcak bakmıyordu. Sayıları az da olsa törene katılmayanlar da olmuştu. Hele, yargı mensuplarının sıkı aramalar sonucu salona alınması hayli üzücüydü.

Saraydaki açılış töreni geçen yıl Türkiye Barolar Birliği’ni tam anlamıyla böldü. Başkan ve bazı baro başkanları törene katıldığı için başta Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya baro başkanlarının hedefi oldu. Olağanüstü kongre istendi.

Bu gerilimler yaşanırken, son ana kadar Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, “Aynı ilde birden çok baro kurulmasının yolunu açan taslaktan haberlerinin olmadığını” söyledi. Oysa, böyle bir çalışmadan bakanın haberinin olmaması hiç de inandırıcı değildi. Feyzioğlu’nun da çalışmaların hep içinde olduğu, bizzat yardımcısı Hüseyin Özbek ve diğer yöneticiler tarafından da dile getirildi. Yasa teklifinin ortaya çıkması, baro başkanlarının mücadelesi sonuçsuz kaldı. Yeni yargı yılına Ankara, İstanbul, İzmir’de yeni barolar kurularak giriliyor.

ZOR BİR SÜREÇ  

Yargının sanki sorunları azmış gibi bir de “çoklu baro”ya geçildi. İktidara yakın sendikalar nasıl bürokrasi üzerinde etkili oluyor ve istediklerini yaptırıyorsa, yargıda da hükümete yakın baroların da adalete gölge düşürüleceği görüşü hayli yaygın. Büyük illerin baro başkanlarının açıklamaları basında yer buluyor. Biz bu kez, Aksaray Barosu Başkanı Ramazan Erhan Toprak’ın dileklerini aktaralım:

“Yargının doğrudan ya da dolaylı talimat almadığı, hâkimlik ve savcılık güvencesinin tam olarak uygulandığı, hâkim ve savcıların liyakat esasına göre mesleklerine adım attığı ve mesleklerinde yükseldiği, bu kutsal mesleğe kabulünde boyun bükmek zorunda kaldıkları mülakatın yanında objektif kriterlerin ön planda tutulduğu, her şehre bir hukuk fakültesi anlayışından vazgeçilerek hukuk fakültelerinin hak ettiği değere yeniden kavuştuğu, avukatların devletin kanunlarından aldığı yetkilerle milletin haklarını savunan adalet savunucuları olduğunun, avukatlık mesleğinin ve avukatların yargı erkinin üzerinde bir kambur değil, yargının üç sacayağının eşitler arasındaki en önemli unsuru olduğu bilinmeli.”

Barolar da anayasal baskı gruplarından aslında en etkili olanıdır. Yapmış oldukları eleştiri, öneri ve açıklamaları katılımcı demokrasinin bir gereği olarak kabul edilmeli. Yapılan her eleştiriye karşı “Siyaset yapacaksan cüppeni çıkart da gel” anlayışı ile karşılık verilmemeli.

CİMER BASKISI

Son yıllarda “Yargının yükünün hafifletilmesi”, “Yargılamanın hızlandırılması” gerekçeleriyle avukatlar, adliye katipleri, polis memurları, belediye çalışanları yargılama yapar hale geldi. Devletin üç ana erkinden biri olan yargı, bağımsız mahkemeler eliyle yürütülmesi gerekirken bu anayasal görev mahkemeler dışındaki birimlere, kuruluşlara ya da şahıslara devrediliyor. Bu durum Devleti zafiyete uğratacaktır. Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER) uygulaması amacından çıkıp, yersiz şikâyet ve ihbarlarla yargı üzerinde baskı aracına dönüştü. Aksaray Barosu Başkanı Ramazan Erhan Toprak devam ediyor:

“Ülkemizde ‘yargı reformu’ adı altında yapılan değişiklikler sorunların çözümünde bir operasyon değil, pansuman niteliğinde. Bugün geldiğimiz noktada baroların mevcudiyeti sorgulanıyor, şeytanlaştırılmaya çalışılıyor. Baroların seçim sisteminin adaletsiz olduğu öne sürülüp belli bir siyasi görüşün odağı oluyor. Seçim sistemini değiştirip barolara demokrasinin getirileceği ve siyasetten uzaklaştırılacağı söylenip ‘çoklu baro’ isimli garabet yasa değişikliği meslektaşların kucağına bırakıldı. Baroların mücadelesi görmezden gelindi, kulak ardı edildi, ‘Ben yaptım oldu’ anlayışıyla yasalaştırıldı. Barolar tam anlamıyla siyasetin merkezine oturtuldu, ‘emir ve talimatlar’ alınmaya başlandı.”

Türk hukuk sisteminin bu sıkıntılı süreci barolarla sınırlı kalmayacak, hakim-savcı ve tüm adli teşkilatı da bu tehlikeli sarmalın içine çekecektir.