“Işıklar yandı, söndü” karmaşası altında yargı ile ilgili önemli gelişmeler oluyor. Gazetemiz SÖZCÜ’nün sahibi Burak Akbay, Genel Yayın Yönetmenimiz Metin Yılmaz, yazar ağabeylerimiz Emin Çölaşan, Necati Doğru, arkadaşlarımız Mustafa Çetin, Yücel Arı, Gökmen Ulu, Yonca Yücekaleli ile ilgili devam eden dava, bütün SÖZCÜ ailesinin, okurlarının, hepimizin davasıdır.

Öyle, böyle değil, yıllarca belli yapılarla mücadele edenler, şimdi örgüt üyesi olmamakla birlikte “Silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmekle” suçlanıyor. İşte böyle bir suçlamaya muhatap olmak aslında en büyük cezadır.

“İÇİ BOŞ” DEDİLER

Dosyamızın her aşamasını, suçlamaları, savunmaları, belgeleri bilen ünlü hukukçu dostlarımız, “Bu dosyanın içi boş” demişlerdi. “Bundan bir şey çıkmayacağını” belirtmişlerdi. Ama yerel mahkeme cezayı verdi. Yine hukukçularla konuştuk, “İstinafa gittiğinde Bölge Adliye Mahkemesi bu kararı kesin bozar” dediklerinde açıkçası ihtiyatla yaklaştık. Nitekim öyle de oldu. Mahkeme, yerel mahkeme kararını onadı.

Açıkçası umudumuz Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nde. Bu dairenin geçmişte verdiği çok önemli kararlar var. Verilen örnek kararlara baktığımızda, “İçi boş” denilen dava dosyamızın da lehimize bozulacağına inanıyoruz. Bu sadece bize değil, dosyanın kapsamını bilen ünlü hukukçulara da “Ülkemizde hala adalet varmış” dedirtecektir.

“ACABA” DEDİRTİYOR

Anayasa Mahkemesi, dokunulmazlığı kaldırılmadan yargılanan, hüküm giyen, milletvekilliği düşürülen Enis Berberoğlu ile ilgili bir karar aldı. Berberoğlu için “Hak ihlali” sonucuna varıldı. Yargılandığı dönemde milletvekili seçilen Berberoğlu’nun yeniden seçildiği için yargılamasının durdurulması, dokunulmazlığının yeniden kaldırılması gerekirken, buna uyulmadı. Milletvekilliği düşürüldü, cezaevine gönderildi. Sonra, pandemi nedeniyle izinli olarak çıkarıldı.

Anayasa Mahkemesi, bazı siyasilerin hedefi haline geldi. Yakın bir gelecekte Anayasa Mahkemesi’ni de içine alacak bir şekilde Anayasa değişikliğine gidilirse buna şaşırmayalım. Bazı şeylerin alt yapısı açıklamalarla yapılıyor. Anayasa Mahkemesi Üyesi Engin Yıldırım’ın son iki açıklaması “acaba” dedirtiyor. “Bu tartışma ortamı bilerek mi hazırlanıyor?” sorusu akla geliyor.

Tartışılan Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının uygulanmaması, ilk derece mahkeme tarafından dikkate alınmaması kuşkusuz yargı organları arasında da sorunlar olduğunu ortaya koyuyor. Yani, Anayasa Mahkemesi kararı adeta “yok hükmünde” değerlendiriliyor. O zaman yargıya güven de azalıyor. Çünkü, yargıya güvenin artması da, azalması da tamamen yargı mensuplarının vereceği kararlarla bağlantılıdır.

İŞTE O KARAR

Yargıtay Ceza Genel Kurulu esas 2006-4-196 sayılı dosyası hakkında 2006-204 sayı ile karar verdi. Yargı kararlarının uygulanmaması ile ilgili 14 yıl önce verilen karar, sanki bugünler dikkate alınarak alınmış. İşte Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararından bir bölüm:

“Yasalar ve yargı kararları yanlış olabilir ve bilimsel alanda eleştirilebilir. Ancak bunları uygulamak durumunda bulunan yargıçlar ve görevliler, yasaları ve yargı kararlarını, yanlış oldukları özrüne sığınarak, kişisel yorum ve gerekçelerle uygulamamazlık yapamazlar.

Onlar, ne ve nasıl olurlarsa olsunlar, yasaları ve yargı kararlarını uygulamakla yükümlüdürler. Zira, yasalar doğru oldukları için değil, yasa oldukları için, yargı kararları da haklı oldukları için değil, yargı kararları oldukları için uygulanmaları zorunludur. Bunun dışındaki tutum ve davranışlar keyfiliktir.”

Daha fazla yazılmasına, söylenmesine gerek var mı?

Yeni çıkan kitap ve dergi


-KÜS TOPRAKLAR: Daha önce 9 öyküsü sinemaya aktarılan “Satılık Dünya” ve “Bankaya Portakal Gibi Sattım” kitapları çok satanlar arasından uzun süre inmeyen ünlü emlakçı Salim Taşçı’nın, Yade Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı “Küs Topraklar” raflarda yerini aldı.

Taşçı’nın bir özelliği de kazandığını yeni orman alanları için harcamak oluyor. Bugüne kadar Ankara’da, memleketi Yozgat ve Sorgun ilçesinde 43 ormanlık oluşturdu. Taşçı yeni kitabı için “Gülün, gülmezseniz düşünün ve yurdun insanlarını daha yakından tanıyın” diyor.

- YILLARBOYU TARİH: Dergi, 1978-1985 yılları arasında Erol Simavi patronajında gazeteci ağabeyimiz, basın şehidi ağabeyimiz Çetin Emeç tarafından yayımlanıyordu. Bilinmeyen ya da farklı bilinen tarihi gerçekleri gün yüzüne çıkarıldı. 35 yıl aradan sonra Yıllarboyu Tarih dergisi yeniden yayımlanmaya başlandı ve ilk sayısı da okuyucularıyla buluştu.

Rahmetli Erol Simavi’nin Hürriyet’ten sonra en güçlü markası olan Hürgün Gazetesi ile beraber Yıllarboyu Tarih’in de imtiyaz hakkını meslektaşımız Erdal Güven aldı. Derginin yeni sayısında İzmir’i kim yaktığına ilişkin farklı bilinenlere belgelerle ışık tuttu. Derginin yıllarboyu yayında olmasını diliyoruz.


Bu denge kurulamazsa


Bağlarını-bahçelerini, derelerini, meralarını korumak için canhıraş çığlıklar atan, jandarmanın-polisin müdahalesiyle karşılaşan vatandaşlarımızın mücadelesini haberlerde izliyoruz. Kanada firmasının Kaz Dağları’nda hoyratça on binlerce ağacı nasıl kestiğini Kaz Dağları sevdalısı Edremitli arkadaşım Akın Andiç’le birlikte yerinde görmüştüm. Uşak’ta, Gediz’de vatandaşlarımızın mücadelesini dinledim. Karadeniz’in dağları, Cerattepe, Kurşunçalı, Toroslar, Munzur dağları neredeyse bütün dağlarımız, ormanlarımız ve ırmaklarımız doğa katliamıyla gündeme geliyor.

Meslektaşımız İbrahim Gündüz, siyanür ve sülfirik asitle maden aranmasını Galeati Yayınları’ndan çıkan “Altın Ölüm” kitabında topladı. Memleketi Fatsa’da da altın aranıyor. Gündüz madencilerin “Ciğerlerinizi, kalbinizi alacağım ama size hiçbir şey olmayacak” anlayışı içinde olduklarını belirtiyor ve şunları söylüyor:

20 YERDE ALTIN ARANIYOR

“Bir Karadeniz çocuğu olarak bölgemizde de siyanürlü-sülfürik asitli madenlerin mantar gibi çoğalmaya başladığını gördüm. Buralar, ‘Altın Madenciliği’ denen ama gerçekte siyanür-sülfürik asitli kimyasal yıkım merkezlerinin saldırısı altında. Herhangi bir cevheri topraktan çıkarmaya madencilik denir ancak cevherin içinden metali çıkarmak kimyasal bir işlemdir. Bugün Türkiye’nin her bölgesinde, en stratejik alanlarında işte bu yapılıyor” diyor.

Bergama-Ovacık’taki ilk siyanürlü madenden bu yana yaklaşık 20 yıl geçti. Bugün siyanürlü-sülfürik asitli bu madenlerin sayısı 20’ye ulaştı. Bir o kadarı da açılmayı bekliyor. Bu gelişmeleri görenler, Türkiye’nin göz göre göre uçuruma, yok olmaya sürüklendiğini belirtiyor, ormanları, dağları, ırmakları yok olmuş bir ülkenin ayakta kalamayacağını da ekliyor.

ALTIN İHTİYACI

Ülkemizde 766 yerde, 9 milyon dönümlük bir alanda kimyasal madencilik yapılması için ihale açıldı. Bu kapsamda Sivas’ta 73, Kahramanmaraş’ta 56, Eskişehir’de 39, Erzincan’da 30 bölgede maden çalışmaları için arama ve işletme ruhsatları verilecek.

Ülkemizde 6 bin 500 ton altın rezervi olduğu hesaplanıyor. Yıllık altın ihtiyacımız ise 160 ton. Geçen yıl 38 ton altın çıkarıldı. Bu yıl da üretimin 45 tona çıkarılması bekleniyor. Altın ihracatından dolayı ülkemizin yıllık 10 milyar dolar açığı oluyor.

Birkaçı hariç altın arayan şirketler yabancı ülkelere ait. Çıkarılan altın işlenmeden yurtdışına gidiyor, orada işlendikten sonra yurdumuza geliyor. Bu süreçte kazanan hep yabancılar oluyor. Oysa üretim izni veriyorsanız bu yerli firmalara verilmeli. En azından yabancı ülkenin şirketi kadar vahşi “altın arama” yapmaz, toprağını, suyunu yabancıdan daha iyi korur. Bunun için gerekli yaptırımlar da uygulanmalı.

TOPRAĞI KAZINCA

“Altın Ölüm” kitabının sayfalarını karıştırırken, Maden Yüksek Mühendisi Dr. Muhterem Köse’nin iletisi geldi. “Yılda kaç ton maden tükettiğini bilmeyen bir kişi madenciliğin önemini kavrayabilir mi?” diyor. Köse’nin yazdıklarını okuyalım:

“Toprağı kazınca otomobil, televizyon, bilgisayar veya telefon çıkmıyor. Aynı şekilde yeri kazınca metal halinde saf demir, bakır, kurşun, çinko, nikel veya kullanıma hazır çimento, seramik veya cam da çıkmıyor. Yer kabuğundaki bir ton kayacın içinde birkaç gram altın, 5-10 veya 20 kilo bakır, kurşun, çinko içeren kayaçları veya kömür, petrol, doğal gaz gibi enerji kaynaklarını; metalik özellik taşımayan endüstriyel hammaddeleri keşfedip, onları bulundukları yerden sizin için çıkarıyoruz.

Bugünkü yaşam düzeyimizi sürdürebilmemiz için Türkiye’de kişi başına yılda yaklaşık 10 ton maden tüketiyoruz. Otomobilinizden, bilgisayarınızdan, telefonunuzdan, televizyonunuzdan, buzdolabınızdan, çamaşır, bulaşık makinenizden, kalorifer sisteminizden, elektrikten, oturduğunuz evden, uçaktan, trenden, gemiden, asfalt yollardan, kısacası hayatınızda kullandığınız tüm araç ve gereçlerden vazgeçebilir misiniz? ‘Vazgeçebiliriz’ diyorsanız, madenleri çıkarmamıza gerek kalmaz. İhtiyaçlarımızdan vazgeçemiyorsak, madencilikten de vazgeçemeyiz. Maden çıkaranlara daha saygılı olmalıyız.”

SEVİNİYORUZ

Doğalgazda yaklaşık yüzde 99, petrolde yüzde 95, kömürde yüzde 61, kurşun, çinko ve nikelde yaklaşık yüzde 100, alüminyumda yüzde 95, altında yüzde 85, bakırda yüzde 77, demir cevherinde ise yüzde 64 oranında dışa bağımlıyız. Petrol veya doğalgaz kaynağı keşfedince seviniyoruz. Muhterem Köse, “Ama yeni bir bakır, kurşun, çinko veya altın yatağı keşfedince sevineceğimize üzülüyoruz. Yeni bir maden keşfedenleri ödüllendireceğimiz yerde doğa düşmanı ilan ediyoruz” diyor.

Madenlerin bulunduğu yer değiştirilemeyeceğine göre bulunduğu yerden çıkarılmaya devam edecektir. Bunun için beklenen çevreye duyarlı üretim yapılmasıdır. Denetim eksiksiz uygulanmalı, mevcut en ileri teknoloji kullanılmalı, öncelik çevre ve insan sağlığı olmalı.