Abdullah Can Erenoğlu, 11. Sahil Güvenlik Komutanı, 26. Güney Deniz Saha Komutanı olarak görev yaptı. Genelkurmay Başkanlığı’nda Yunanistan Şube Müdürlüğü görevinde bulundu. “Balyoz Kumpası” davasından cezaevinde yattı. Koramiral rütbesindeyken emekliye ayrıldı. Şunu gördü: Türk-Yunan dostluğu diplomatik bir yanıltmadır. Çünkü, Yunan hükümetleri, Türk düşmanlığından besleniyor.

Ege Denizi’ndeki toplam ada, adacık ve kayalık sayısı bin 800 civarında. Bunların yaklaşık bin 700’ü insanların yaşamasına elverişli değil. Ege’de, egemenliği anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş 152 ada, adacık ve kayalık bulunuyor. Sadece “Kardak Adacıklarının Türk toprağı olduğu” 1999 yılında Yunanistan’a yazılı nota ile bildirilmiş. O yüzden, Ege adalarının egemenliği Yunanistan’ın yumuşak karnıdır. Çünkü Yunanistan, Uluslararası Adalet Divanı’na gidildiği takdirde 152 coğrafi formasyonun hepsine sahip olamayacağının farkındadır.

HAPSETME PLANI

Ege’deki gelişmeleri yakından izleyen emekli Koramiral Abdullah Can Erenoğlu, “Yunanistan, Türkiye’yi Anadolu’ya hapsetmek gibi çılgın bir fikrin peşindedir. Buna ne hukuk ve siyaset ne de Türkiye izin vermez” diyor. Lozan Antlaşması gereği Semadirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya adaları ismen sayılarak; Taşoz, Bozbaba ve İpsara adaları ise 6 büyük devlet kararına atıf yapılarak askeri amaçlarla kullanmaması kaydıyla Yunanistan’a devredilmiş. Adaların “Gayri askeri statüsü” Yunanistan tarafından yıllardır ihlal ediliyor. Erenoğlu, bu ihlallerin, Türkiye tarafından askeri tedbirlere başvurulmasını haklı kılacak çok önemli hukuki gerekçe olduğunu belirtiyor.

TBMM, 8 Haziran 1995’te, “Yunanistan’ın Ege’deki karasularını 6 deniz milinin ötesine çıkarma kararı aldığı takdirde hayatî menfaatlerimizi muhafaza ve müdafaa için, hükümete, askerî bakımdan gerekli görülecek olanlar da dahil olmak üzere, tüm yetkilerin verilmesine” karar vermişti.  Yunanistan, sözde 6 deniz millik hava sahasını ihlal etmezsek karasularını 12 deniz miline çıkarmaktan vazgeçebileceğini belirtiyor. Karasularını 12 deniz miline çıkardığı takdirde, Yunanistan Ege Denizi’nin yaklaşık yüzde 72’sini egemenliği altına alacaktır.

NEDEN MAVİ VATAN?

“Mavi Vatan”, 783 bin 562 kilometrekarelik anavatanımızın yaklaşık yarısı kadar olan 462 bin kilometrekarelik bir deniz alanıdır. Can Erenoğlu, “Deniz alanlarımızda da karadaki egemenlik alanlarımız ile hemen hemen eşdeğer hak ve çıkarlarımız vardır. Bunun için Mavi Vatan’a ve üzerindeki hava sahamıza vatan toprağı gibi sahip çıkmalıyız. Mavi Vatan kavramından en çok rahatsız olan Yunanistan ve Avrupa Birliği iken her nedense kendi içimizde de rahatsız olanları görmek sadece emperyalistleri sevindirir” görüşünde.

Genelkurmay Başkanlığı, düşmanlık içeren tüm ifadelerin okul kitaplarından karşılıklı olarak çıkarılması önerisini gündeme getirmiş ancak Yunanistan bunu reddetmişti. O çalışmanın içinde bulunan Can Erenoğlu, nedenini şöyle açıklıyor:

“Çünkü sahip olduğumuz pek çok ortak özellik, Akdenizlilik ve birlikte 400 yıldan fazla yaşamış olmanın bizi yakınlaştırması gerekirken Yunan hükümetleri her zamanki gibi Türk düşmanlığından beslenmektedir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi hem geçmişinden ders almalı hem de aklını başına almalı, Batılılar tarafından uydurulan tarihlerine ve emperyalist güçlere güvenerek onların tetikçisi olmaktan vazgeçmelidir. İçine düşecekleri cehennemden onları Zeus, Poseidon ve Hades bile kurtaramaz.”

[caption id="attachment_5949144" align="alignnone" width="1067"] Abdullah Can Erenoğlu[/caption]

NE YAPILMALI?

Erenoğlu, sorunların tamamının Yunanistan’dan kaynaklandığını belirtiyor ve uyarılarını, deneyimlerini SÖZCÜ’ye şöyle sıralıyor:

- Kardak Adacıkları’nın Türk toprağı olduğu ilan edildiğine göre fiili devlet uygulamalarımız diğer adacıklara yönelik olmalı.

- Uçaklarımız uçarak, hukuk dışı Yunan uygulamaları belgelenmeli, Avrupa Birliği ve diğer ülkelerin baskılarına direnç gösterilmelidir.

- Lozan dengesi korunmalı, sorunların karşılıklı müzakere yolu ile çözümü için her yol denenmeli.

- Adaların silahlandırılması, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde gündeme getirilmeli.

- Türkiye, kendisinin ve kardeş devlet KKTC’nin geleceği için Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarımızı ilan etmeli.

- KKTC’de deniz ve hava üssü kurulmalı.

- Türkiye, kendisinin ve KKTC’nin güvenliği, çıkarları açısından KKTC’nin bağımsızlığından, garantörlüğünden, oradaki askeri varlığından asla vazgeçmeyeceğini dünyaya ilan etmeli.

Anlaşılıyor ki, Türkiye’nin gelecek nesilleri tükenmez bir servet ve kuvvet kaynağı olan Mavi Vatan’a bugünkünden daha fazla ihtiyaç duyacak ve bağımlı olacaktır.


Ayasofya’da namaz kılmak


Ayasofya’nın bir bölümü, 1991 yılından bu yana ibadete açık. Kadrolu imamı var. Oradan çan sesi değil, ezan sesi yükseliyor. Şimdi, Ayasofya’nın bir bölümü değil, tamamı ibadete açılmış oluyor. İlginçtir, aynı Danıştay 10. Dairesi, daha önce Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinin yargıyı değil, Bakanlar Kurulu’nu ilgilendirdiğine karar vermişti. Bu kez de 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etti.

Davaya Cumhurbaşkanlığı adına katılan avukat, Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesine karşı olduğunu belirtti. Bunu mahkeme belgesiyle açıklamıştık. Bu durumda, aynı avukatın kararı temyiz etmesi gerekiyor. Bunun için yasa avukata 30 gün süre tanıyor. Araya hafta tatili girdiği için başvurunun 3 Ağustos’a kadar yapılması gerekiyor. Bu tarihe kadar başvuru yapılmazsa karar kesinleşmiş oluyor. Ama karar kesinleşmeden, mahkeme kararı hemen uygulamaya konuldu.

AVUKAT REDDİNİ İSTEMİŞTİ

Danıştay 10. Dairesi kararı nasıl kesinleşir? Temyiz sonucunda Danıştay Dava Daireleri Genel Kurul kararıyla. Temyize gidilmezse ve 30 günlük temyiz süresi geçirilirse bu konuda hak ve sorumluluk sahibi davadaki Cumhurbaşkanlığı avukatınındır.

Temyiz etmek, avukat açısından zorunlu bir mesleki görevdir. Sadece bir hak değil aynı zamanda bir sorumluluktur. Üstelik Danıştay 10. Dairesi’ne dava ile ilgili verdiği savunmada davanın reddini istediğini de hatırlatalım. Davanın reddini isteyen, davalı taraf durumundalar.
Dava aleyhine çıkınca bu kararı temyize götürmek zorunda. Ancak, Cumhurbaşkanlığı, avukata temyize gitmemesi yolunda yazılı bir talimat vermişse onun da bunu mahkemeye sunması gerekiyor.

Türkiye’de yargıdaki değişim için en somut örnek Danıştay 10. Dairesi’nin aynı konuda verdiği kararlardır. 2012 yılında “Bu hukukun işi değil” denilip kararın idare tarafından verileceği belirtilmesine karşın, 2020’de aynı mahkeme “Bu mahkemenin işi” deyip 1934 tarihli kararnameyi iptal etti.

PADİŞAHIN, KRALIN GÜCÜ

Namaz eğer Yaradan’ın önünde şükranımızı dile getirmek, ondan dileklerde bulunmak ise bunun için görkemli bir yapıya ihtiyaç yoktur. Namaz vakti sizi nerede bulmuşsa, dağda, bayırda, bir su kenarında, evde ibadetinizi yapabilirsiniz. Cuma günleri bir araya gelerek namaz kılmak için eski ahşap köy camileri de yeterliydi. Buralarda kılınan cuma namazları ile Ayasofya gibi mekanlarda namaz kılmanın, kabul edilebilirlik açısından bir farkı var mı?

Zaten hangi dinin olursa olsun, inşa edilen gösterişli ibadethanelerin amacı onu yaptıran kralın, imparatorun kudretini kanıtlamaktır. Osmanlı’da büyük camilere onu yaptıran padişahların adı verilmiştir. Bunlara “Selatin”, yani sultan camileri deniliyor. Ayasofya’nın yapılma, camiye çevrilme nedeni de bunlardan farklı değildir.

Değerli eğitimci-yazar Zeki Sarıhan, çok dindar olan annesini Ankara’ya geldiğinde Kocatepe Camii’ne götürmüş. Burayı görmekten hoşlanacağını sanıyordu. Ama anne beğenmedi! Nedenini sorduğunda, “Bu kadar masrafa ne gerek vardı?” dedi. Orada namaz kılma girişiminde bile bulunmadı. Seccadesini serebileceği her yer onun ibadet ihtiyacı için yeterliydi. Bel kaymasından alçıda yattığı dokuz ay boyunca da yattığı yerde namazını kaşıyla, gözüyle kıldı. Bir gün de onu Anıtkabir’e götürdü. İkindi vakti gelmişti, abdesti varmış. Kıbleyi sordu, oğlu gösterdi. Çimenlerin üzerinde namazını kıldı.

86 YILLIK RÜYA!

Siyasette, Ayasofya hep gündemde olmuştu. Yasa teklifleri veriliyor, hararetli tartışmalar yapılıyordu. Trabzon’da bir dönem turistlerin uğrak yeri olan Ayasofya Kilisesi’ni de camiye dönüştürdüler. Bugün, o tarihi eser, fresklerin tahta perdeleriyle kapatılması yani büyük bölümünün tamamen camiye dönüştürülmesi sonucu turistik özelliğini yitirdi. Sanırsınız Türkiye’de milyonlarca kişi Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla yatıp, onunla kalkıyor havası verildi. İşte, Ayasofya’nın tamamı ibadete açıldı.

Ayasofya’da namaz kılmanın Müslümanların 86 yıllık rüyası olduğu yolunda bir tevatür dolaşıp duruyordu. Zeki Sarıhan, “Bunun emekçi Müslümanlarla bir ilgisi yoktur. Şu kadar yaş yaşadım, ne köylüler, ne işçiler, gençler veya öğretmenlerden böyle bir istek işitmedim. Halkın derdi Ayasofya’da namaz kılmak değil, yol, okul, su, ürünlerinin para etmesi, satın aldıkları şeyin ucuzlaması, iş imkanları, devlet dairelerinin adil davranması idi. Ayasofya’nın camiye çevrilmesini isteyenlerin, imparatorluk rüyası gören bir avuç kişiden başkası olmadığı açık. Bunlar şimdi iktidarda olmanın imkanlarını kullanarak bunu herkesin isteği gibi bir propaganda yapıyorlar” diyor.

Ülkemizde 110 bin cami var. Bir tek eksiğimiz Ayasofya’ydı. O da açıldı! Ayasofya’nın nasıl bir siyasi malzeme yapılacağını seyreyleyelim. İllerden, ilçelerden insanların namaz için Ayasofya’ya getirilme turlarına da tanık olacağız. Üstelik bunun siyasi parti eliyle yapıldığını göreceğiz.